NÜKLEER ENERJİ DÜNYASI

Maddeden Gelen Enerji

NÜKLEER SİLAHSIZLANMA REJİMİ

Nükleer Silahsızlanma Kavramı

İnsanlık, nükleer enerjinin açığa çıkardığı büyük yıkıcılığa ilk kez Hiroşima ve Nagazaki kentlerinin 1945 yılında bombalanmasıyla tanık olmuştur. Büyük ülkeler savaşı önleyecek caydırıcı bir güç elde etme, kendileri ve müttefikleri için daha güvenli bir ortam oluşturma bahanesiyle kendilerini nükleer silahlarla donattıkça, bu trajik olaylar sonraki yıllarda sürekli olarak artan nükleer silah yarışını tetiklemiştir. İki süper güç arasında imzalanan START (Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Antlaşması) –I ve START–II antlaşmaları ile nükleer silah indiriminde ciddi bir ilerleme sağlanmış olmasına rağmen nükleer silah kulübünün diğer üyeleri nükleer cephanelikleri için gelişmiş silahlar üretmeyi sürdürmüşlerdir. En fazla kaygı veren gelişme ise bu silahları elde etme sınırında olan bazı ülkelerin nükleer silah geliştirme yeteneklerinin yatay bir nükleer silahlanmaya yol açabilecek olmasıdır.

Nükleer Silahsızlanmanın Amacı

Ocak 1946 yılının ilk BM Genel Konseyi kararı ülkeleri cephaneliklerini nükleer silahlardan arındırmasına davet etmekteydi. Aynı yıl, nükleer silahları üreten ve kullanan ilk ülke olan Amerika Birleşik Devletleri, tüm nükleer enerji faaliyetlerini kontrol etmek amacıyla uluslararası bir yapılanmanın oluşturulmasını önermiş fakat bu konuda bir başarı sağlayamamıştır. 1949 yılında Sovyetler Birliği de nükleer bir güç haline gelmiş bu ülkeyi 1952 yılına İngiltere, 1960 yılında Fransa ve 1964 yılında Çin izlemiştir. Hindistan ilk nükleer silah denemesini 1974 yılında, Pakistan ise 1998 yılında gerçekleştirmiştir.

Nükleer silahların yayılmasının dünya güvenliği için bir tehdit oluşturduğunun 1960’lı yıllarda anlaşılması, çeşitli kısıtlayıcı kuralları ve aynı zamanda özelleşmiş kontrol kurumlarını içeren bir silahsızlanma sisteminin oluşmasına yol açmıştır. Bunlar içinde en önemlisi 1968 yılında imzalanan ve 1970 yılında yürürlülüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT)’dir. Böylece nükleer enerjinin askeri tehditlerinin kısıtlanmasının gerektiği, Atom Çağı’nın ilk yıllarında belli olmuştur. Sonuç olarak, karşılıklı antlaşma ve sözleşmelerle pek çok kuruluş oluşturulmuştur. Bu kuruluşlar arasında özellikle Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) çok önemli ve etkin bir role sahip bulunmaktadır.

NPT, “nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin” nükleer silah üretmelerini yasaklarken antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihte nükleer silahlara sahip olan ve “nükleer kulüp” olarak adlandırılan beş üye ülkenin (Çin, Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği - şimdiki Rusya -) bu silahlara sahip olmasına izin veren emsalsiz bir belge niteliğini taşımaktadır. Bu durum Hindistan ve Pakistan’ı “nükleer kulüp” dışında tutmaktadır. Gerçekte bu antlaşmanın temeli o tarihte nükleer silahlara sahip olanlar ve olmayanlar biçiminde ayrımcı bir fark gözeten hak ve yükümlülükleri şart koşmaktadır.

Gerçekte nükleer silahsızlanma sistemi nükleer güce sahip olan beş ülkenin dikey silahlanmasına izin verirken geri kalan ülkelerin yatay silahlanmasını engellemiştir. Soğuk Savaş döneminin bitmesinden bu yana bu dikey silahlanma kısmen süper güçler arasında yeniden kurulan siyasi ilişkilerin gelişmesiyle, kısmen de nükleer silah sahibi ülkeler arasında sağlanan karşılıklı işbirliği sayesinde büyük oranda azalmıştır. Karşılıklı işbirliğini sağlayan dış baskı, Eylül 1996’da Bileşmiş Milletlerce kabul edilen CTBT (Nükleer Silahların Kapsamlı Yasaklanması) Antlaşmasının nükleer silah sahibi olmayan ülkelerce kabul edilmesi yoluyla oluşmuştur.

Dünyada bulunan tüm nükleer cephaneliklerin %95’ine sahip olduğu bilinen iki süper güç arasındaki siyasi ilişkilerin gelişmesi dikey nükleer silahsızlanma sürecinin başlamasını sağlayan START antlaşmalarına yol açmıştır. Ocak 1993’te Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri nükleer cephaneliklerini ciddi bir biçimde azaltmalarını öngören bir uzlaşma ile sonuçlanacak olan START-II görüşmelerine başlamışlardır. Buna göre tüm MIRV’ler (Multiple Independently targetable Re-entry Vehicles - çok başlıklı olup her başlığın bağımsız olarak ayrı hedefi vurabilen füze sistemi/taşıyıcıları) ve ICBM’ler (Inter Continental Ballistic Missiles – Kıtalararası Balistik Füzeler) sökülecekti. İndirimlerin 2002 yılında tamamlanmasından sonra her iki tarafın her biri 1600 fırlatıcı üzerinde 3000-3500 savaş başlığına sahip olması beklenmekteydi. Tüm antlaşmalar ve tek taraflı ilanlar yerine getirildikten sonra Amerika Birleşik Devletleri 1965 yılında tüm dünyada yaklaşık olarak 32,000 olan savaş başlığı sayısını yine yaklaşık olarak en fazla 5,000’e indirgemiş olacaktı. Rusya ise buna karşılık olarak 1983 yılında yaklaşık olarak 34,000 olan savaş başlığı sayısını 3,700’e indirgemiş olacaktı.

Nükleer silahsızlanma sisteminin uygulaması nükleer silahların yayılmasına karşı önlemler, nükleer maddelerin fiziksel koruması, ihraç kontrol sistemi ve ihraç kontrol politikası oluşumu gibi somut önlemlerin uygulanmasına dayanmaktadır. Uluslararası nükleer silahsızlanma sistemi NPT gibi çok taraflı antlaşmalar, karşılıklı varılan uzlaşmalar ve aynı zamanda belirli ülkelerin bağımsız bir biçimde kabul ettiği politikalardan oluşmaktadır. Bütün bunlar prensipte nükleer silahlanmanın önlenmesini amaçlamaktadır. NPT nükleer silahsızlanma önlemlerinin başarısızlığa uğramasından kaynaklanan durumları idare edecek biçimde tasarlanmamıştır. Önlemlerin başarısızlığa uğradığı durumlarda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin devreye girmektedir.

1991 yılındaki Körfez Savaşından sonra Güvenlik Konseyi NPT’yi çiğneyen ülkelere (bu karar özellikle Irak için alınmıştır) karşı sert önlemler almaya karar vermiştir. Bu bağlamda nükleer silahsızlanma sisteminin uygulanması veya yerine getirilmesi, BM prensiplerine uygun olacak şekilde, en yüksek uluslararası kuruluşun eline bırakılmaktadır.

Eşitsizliklerine karşın NPT, silah kontrol antlaşması bakımından rekor sayıda taraftar toplamıştır. NPT’nin kendisi bir son nokta değildir. NPT’ye taraf olan ülkelerin hedefleri NPT’yi nihai bir nükleer silahsızlanmaya doğru giden yolu temizlemek için bir geçiş aracı olarak kullanmaktır. Nükleer silahsızlanma sisteminin bir hedefi de silahsızlanma sisteminin nükleer enerjinin barışçıl kullanımına zarar verecek herhangi bir etkide bulunmaması, tam tersine silahsızlanma sisteminin şemsiyesi altında nükleer enerjinin barışçıl kullanımını aktif hale getirmektir.

Nükleer Silahlanma yolları ve buna karşı alınan tedbirler

Aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi nükleer silah maddelerini elde etmek için yedi tane yol bulunmaktadır.



Nükleer silah kulübü üyesi beş ülke 1. ve 2. yolları izlemiştir. Bu ülkeler nükleer maddeleri ya uranyum zenginleştirme tesislerinden ya da kimyasal yeniden işleme tesisleri ile birlikte çalışan plütonyum üreten reaktörlerden elde etmektedirler.

Günümüzde sivil nükleer tesislerin yaygın olduğu gerçeği göz önüne alındığında, kamuoyu tarafından varlığı bilinen uranyum zenginleştirme tesisleri ve plütonyum üreten reaktörlerin sıkı bir biçimde izlenmesinin nükleer silahlanmayı önlemek için yeterli olmadığı görülmektedir. İster işletmede isterse inşa aşamasında olsun gizli bir uranyum zenginleştirme tesisi veya plütonyum üreten bir reaktör, Körfez Savaşının sonucunda Irak’ta görüldüğü gibi, yıllar boyunca belirlenemeyebilir. Özellikle Irak’ın UAEA’nın kapsamlı denetimlerine tabi olduğu ve NPT’ye taraf olduğu göz önüne alındığında bu durum gerçekten oldukça endişe vericidir. Tüm dünyada UAEA’nın kapsamlı denetleme sistemi uygulamasının nedeni, tıpkı gizli bir nükleer (Irak’ta olduğu gibi) faaliyetin yeterince önceden belirlenebilmesidir.

Sivil tesislere ait olan 3., 4. ve 5. yollar silahlanma tehlikeleriyle doludur. Nükleer maddelerin tesis işletmecilerince muhtemel manipülasyonunu engellemek için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın kayıtlı tüm sivil nükleer tesisler üzerinde sıkı denetlemelerde bulunmasının temel nedenini işte bu olasılık oluşturmaktadır.

Şekilde gösterilen son iki yol olan 6. ve 7. yollar, nükleer maddelerin kara borsada yasadışı işlem görmesi ve/veya böyle maddelerin yasadışı gruplarca zorla elde edilmesi veya çalınmasıyla ilgilidir. Bu durumu önlemenin tek yolu belirli nükleer maddeler için genişletilmiş fiziksel korumanın sıkı bir biçimde uygulanmasıdır.

Nükleer silahsızlanma açısından (büyük miktarda plütonyum üreten) doğal uranyum yakıtlı grafit yavaşlatıcılı (moderatörlü) gaz soğutmalı reaktörler, ağır sulu reaktörler ve hızlı üretken reaktörler hafif sulu reaktörlere göre açık bir biçimde daha duyarlıdır.

Nükleer silah maddelerinin muhtemel manipülasyonuna tedbir olarak, bildirilen nükleer tesis ve malzemeler sürekli olarak sıkı bir biçimde denetlenmelidir. Bununla beraber bildirilmeyen nükleer tesisler veya maddeler ile gizli silah geliştirme programları nükleer silahsızlanma bakımından hala daha sorunlu konular olarak durmaktadır. Çevresel izleme gibi mevcut teknolojik gelişmeler böyle istenmeyen durumları başlangıç aşamasında belirleyip durdurulmasını sağlayabilir. Bir ülke güvenlik garantisi bahanesiyle siyasi güç elde etmek ve ülke içindeki siyasi sorunların üstesinden gelmek amacıyla yerli nükleer kapasite oluşturmaya çalışabilmektedir.


Uluslararası Nükleer Silahsızlanma Sistemi

Nükleer silahsızlanma mekanizması iki çeşittir: çok taraflı veya ikili antlaşmalar. Çok taraflı bir antlaşma, küresel veya bölgesel olan tarafların bir antlaşma veya uzlaşıda belirtilen zorunlu maddeler ve koşullar üzerinde bağlı kalmak üzere anlaştığı bir sistemdir. Bu zorunluluk üretim tesisleri ve ilgili teknolojilerle alakalı bulunmaktadır. İhraç kontrolü ve nükleer maddelerin fiziksel koruması da çok taraflı antlaşmalarda şart koşulmaktadır.

Çok taraflı antlaşmalarda açık bir biçimde ortaya konan hedefler ancak ve ancak mümkün olan maksimum sayıdaki tarafın katılımıyla ve imzacıların antlaşmada belirtilen şartlara ve koşullara tam bir sadakat ile uyması durumunda elde edilebilir. NPT nükleer silahların yayılmasını tam olarak olanaksızlaştıramadıysa da bu silahların yayılmasının önlenmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. NPT’nin işlevinin güçlendirilmesi ve denetleme tekniklerinin gelişmesiyle birlikte bu antlaşmanın rolü gelecek yıllarda daha da önemli hale gelecektir.

Bu antlaşmadan ayrı olarak, CTBT’nin uygulanması, yatay ve dikey nükleer silahlanmanın önlenmesi için güçlendirilmiş ve ilave bir aşamayı oluşturmaktadır. CTBT’nin yürürlüğe konması siyasi bir süreçtir. Bu sürecin doğası ve başarısının, ihlallerin belirlenmesi sürecinden ayrı bir biçimde ele alınması gerekmektedir.

NPT’ye göre UAEA denetleme sistemi, ihraç kontrol sistemi gibi diğer önlemlerle birlikte, NPT’ye taraf olan ülkelerin bildirdikleri tüm tesislere uygulanmaktadır. EURATOM (EURopean ATOMic energy community – Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu) gibi bölgesel işbirliği sistemlerinin işletilmesi, belirli bölgelerdeki çok taraflı silahsızlanma çabalarının yürürlüğe konmasına katkıda bulunan bir unsurdur. Nükleer silahlardan arındırılmış bölgelerin oluşturulması koruyucu anlamda çok önemli bir rol oynamaktadır.

NPT ve CTBT

A. NPT

NPT küresel nükleer silahsızlanma sisteminin baş mihenk taşıdır. Antlaşma 1 Temmuz 1968 yılında imzaya açılmış ve 5 Mart 1970 yılında yürürlüğe girmiştir. NPT, Birleşmiş Milletler üye sayısından fazla sayıdaki 187 ülkeyi (Ağustos 2000 itibariyle) kapsamaktadır. Antlaşma imzalandığında geçerliliği 25 yıl olarak yani 1995 yılına kadar öngörülmüştü. 1995 yılında New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen NPT Gözden Geçirme ve Uzatma Konferansı’nda taraflar antlaşmanın süresiz olarak yürürlükte kalmasını kararlaştırmışlardır.

NPT maddelerinde her tarafın yükümlülükleri aşağıdaki gibi tanımlanmıştır:

(a) Nükleer silah sahibi ülkeler

Nükleer silahları veya nükleer patlayıcıları alıcı bir ülkeye sevk etmemek ve Nükleer Silah Sahibi Olmayan Ülkelere (NNWS) yardımda ve/veya teşvikte bulunmamayı, özendirmemeyi ve bu ülkelerin böyle silahlara sahip olmalarına ve/veya üretmelerine vesile olmamayı,

(b) Nükleer silah sahibi olmayan ülkeler

Nükleer silahlar veya diğer nükleer patlayıcı aygıtları herhangi bir ülkeden edinmemeyi, bu silah ve patlayıcıları üretmemeyi veya sahip olmamayı kabul etmektedir. Denetlemelere ilişkin olarak da; nükleer silahlara sahip olmayan bu ülkeler, UAEA ile kendi toprakları dahilindeki barışçıl amaçlı bütün nükleer faaliyetlerdeki tüm fisyona uğrayabilen maddeler veya tüm kaynaklar için geçerli olacak denetleme anlaşmaları imzalamak zorundadır. NPT'yi imzalamalarını takiben 18 ay içerisinde UAEA ile tek başına veya diğer ülkelerle birlikte, denetleme anlaşmanı imzalanmış olması gerekmektedir.

(c) Tüm taraflar

Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımı için ekipman, malzeme, bilimsel ve teknolojik bilgi alışverişini kolaylaştırmayı ve katılımı sağlarlar. Ayrıca sıkı ve etkin bir uluslararası kontrol mekanizması altında, genel ve toptan silahsızlanmayı sağlayacak bir şekilde, nükleer silahlanma yarışının durdurulması ve nükleer silahsızlanmaya sağlanması ile ilgili etkin tedbirlerin alınması konusunda antlaşmaya varmayı amaçlayan iyi niyetli müzakereleri sürekli kılmayı taahhüt ederler.

Kendi topraklarını nükleer silahlardan arındırmayı sağlamak amacıyla bölgesel antlaşmalara varmak ve bu anlaşmaları her beş yılda bir gözden geçirme her ülkenin hakkıdır (beş gözden geçirme konferansı 1975, 1980, 1985, 1990 ve 1995 yıllarında gerçekleştirilmiştir).

NPT antlaşmasına, nükleer silah sahibi olmayan ülkelere güvence sağlayan BM Güvenlik Konseyinin 255 (1968) sayılı kararı eşlik etmektedir. 11 Nisan 1995 tarihinde beş nükleer silah sahibi ülke NPT’ye taraf olan ülkelere güvence olarak BM Güvenlik Konseyinin 984 sayılı kararını yayınlamıştır.

B. CTBT

CTBT 24 Eylül 1996 tarihinde imzaya açılmıştır. Toplam imzacı sayısının 160 ülke olacağı tahmin edilmekteydi. FakatEylül 2000 itibariyle CTBT’yi 66 ülke onaylamıştır. CTBT süresiz bir antlaşmadır bununla beraber CTBT’ye taraf olan ülke, antlaşmaya konu olan olağanüstü olayların kendi ulusal çıkarlarını tehlikeye attığına karar verirse antlaşmadan çekilme hakkını saklı tutnaktadır.

İlk nükleer patlamanın gerçekleştirilmesinden sonraki yıllarda, 1963 yılında yürürlüğe giren yeraltı denemeleri hariç diğer denemeleri yasaklayan PTBT’ye (Partial Test Ban Treaty-Nükleer Denemelerin Kısmen Yasaklanması Antlaşması) kadar, nükleer silah testleri karada, denizde, havada ve yeraltında gerçekleştirilmiştir. CTBT’nin getirmiş olduğu temel yükümlülük, herhangi nükleer deneme ve nükleer patlamayı yasaklamasıdır (bir başka deyişle gerçek sıfır serpinti düzeyini sağlamaktır). Antlaşma ile Avusturya’nın başkenti Viyana’da bir CTBT Örgütü (CTBTO) kurulmaktadır. Bu örgütün amacı uluslararası kontrol önlemleri de dahil antlaşmanın getirmiş olduğu yükümlülüklerin yürütmesini sağlamaktır. CTBTO; Üye Ülkeler Konferansı, bir Yürütme Kurulu ve Uluslararası Veri Merkezinin (IDC) bulunduğu Teknik Sekreterlikten meydana gelmektedir.

CTBT’nin en önemli yönü oluşturmuş olduğu kontrol ve denetleme sistemidir. Antlaşmanın kontrol sistemi sismolojik, radyoaktif çekirdek, hidro-akustik ve ses ötesi izleme, istişare ve açıklama, yerinde yapılan denetimler ve güven artırıcı tedbirlerden oluşan bir Uluslararası İzleme Sisteminden meydana gelmektedir. Ulusal teknik imkanların açık bir biçimde kullanımı Antlaşmanın kontrol sistemi için hayati bir öneme sahiptir. Yerinde yapılacak olan denetleme için 51 üyeli Yürütüme Kurulu’nun en az 30 üyesinin olumlu oyu ile karar verilmelidir. Yürütme Kurulu denetleme için gelen talebi aldıktan sonra 96 saat içinde harekete geçmelidir.

Antlaşma; sorunların çözümü, durumun düzeltilmesi ve kararlara uyulmasını sağlamak için yaptırımlar da dahil olmak üzere çeşitli önlemler almayı içermektedir. Eğer Konferans veya Yürütme Kurulu belirli bir durumun özel bir ağırlığa sahip olduğuna karar verirse sorunu Birleşmiş Milletlerin dikkatine sunabilir.

Nükleer İhraç Kontrol Sistemleri

NPT’nin merkezinde bulunduğu küresel nükleer silahsızlanma sistemi, nükleer silahların yayılmasını engellemeyi amaçlayan çok taraflı denetimler ve karşılıklı yükümlülüklerle birbirini bağlayan bir dizi uluslararası antlaşmadan oluşmaktadır. Sistemin diğer önemli öğeleri UAEA ve başlıca nükleer tedarikçi ülkelerce oluşturulan, birbiriyle yakından ilişkili ihraç kontrol sistemi, bir başka deyişle Nükleer Tedarikçiler Grubu (Nuclear Suppliers Group-NSG) ve Zangger Komitesidir (ZAngger Committee-ZAC).

A. NSG

İlgili ülkeler ilk olarak Kasım 1975 yılında Londra’da bir araya geldiğinden, bu grup daha çok Londra Kulübü olara bilinir ve bu sistemin omurgası da sıklıkla Londra Kulübü Yönergesi olarak adlandırılır. 2000 yılı itibariyle Grup çoğu gelişmiş ülkelerden olmak üzere 38 üye ülkeden meydana gelmektedir. Avrupa Komisyonu da daimi gözlemci statüsündedir.

Sistemin amacı nükleer ihracın sadece uygun denetimler, fiziksel koruma, silahsızlanma koşulları ve diğer uygun kısıtlamalar altında sağlanmasını garantilemektir. NSG aynı zamanda nükleer silah edinilmesine katkıda bulunabilecek hassas parçaların ihracına sınırlama getirmeye de çalışmaktadır.

Sistemin prosedürlerine uygun olarak NSG; bir norm olarak kapsamlı UAEA denetlemelerini, ulusal kontrol yasa ve prosedürlerini, nükleer yakıt çevriminin hassas bölümlerinin hırsızlığa karşı fiziksel korumasını, nükleer silahlanma niyeti bulunmasından şüphelenilen ülkelere zenginleştirme ve yeniden işleme tesisleri için yardım edilmesine kısıtlama getirilmesini, müşterek bir kontrol listesi oluşturulmasını, anlaşmazlık ve gerginlik bulunan bölgelere yapılan ihracatın kısıtlanmasını ve üyeler arasında bilgi paylaşımını ihraç için bir önkoşul olarak ortaya koymaktadır.

Tedarikçi ülkelerce 1977 yılında kabul edilen ve Ocak 1978 yılında UAEA Başkanına havale edilen Nükleer Teknoloji Transferi Yönergesi, NPT ile sağlanandan daha da fazla ek ihraç kontrol kısıtlamalarını öngörmektedir. Buna göre ihraç edilen şeylerin kullanımı herhangi bir nükleer patlayıcı aygıtla sonuçlandırılmamalıdır. Buna göre kimyasal yeniden işleme, uranyum zenginleştirme ve ağır su üretimi için kullanılan nükleer tesislerin ve teknolojilerin transferine kısıtlamalar getirilmiştir. Nükleer madde ve tesislerin fiziksel koruması, nakledilen parçaların tekrar nakledilirken kontrol edilmesi ve Zangger Komitesi Uyarı listesinin kabul edilmesi de oldukça önem taşımaktadır.

B. Zangger Komitesi

Zangger Komitesi 1971 yılında İsviçreli Profesör Claude Zangger başkanlığında


  1. Özel fisyona uğrayabilen madde kaynaklarını,

  2. NPT’ye taraf olan ülkelerce nükleer silah sahibi olmayan ülkelere sağlanması durumunda Antlaşmanın III.2 maddesinde belirtilen ve UAEA denetimlerine tabii olan özel fisyona uğrayabilen maddelerin üretimi, kullanımı veya işlenmesi için özel olarak hazırlanan veya tasarlanan ekipman ve malzemelerin

uyarı listesinin taslağını oluşturmak üzere kurulmuştur.

Nükleer Tedarikçiler Grubu ülkelerin büyük çoğunluğu aynı zamanda, Zangger Komitesi üyesidir. Bunlar 35 üye ve Avrupa Komisyonundan daimi gözlemciden oluşmaktadır. Komite; resmi olmayan statüde olup aldığı kararların üyelerini yasal olarak bağlamamasına karar vermiştir. Kararlar her ülkenin diğer ülkelere yaptığı tek taraflı deklarasyonlar ile hemen ardından gönderdiği mektupların UAEA başkanından INFCIRC/209 sayılı UAEA belgesinde yayınlamasını istemesiyle yasal yürütme mahiyeti kazanmaktadır.

1974 yılında Zangger Komitesi, 14 Ağustos 1974 tarihli iki ayrı memorandumda bildirilen yönergeler üzerinde konsensüse varmıştır. Bu memorandumların ilki özel fisyona uğrayabilen maddelerin ve kaynakların listesini, diğer memorandum ise ekipmanların ve nükleer olmayan maddelerin ihracatını tanımlamıştır. Bu listeler yaygın adıyla Uyarı Listesi olarak bilinmektedir ve 3 Eylül 1974 tarihinde INFCIRC/209 sayılı UAEA belgesi olarak yayınlanmıştır.

UAEA Denetimleri

1963 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John F. Kennedy 1990’lı yıllarda dünyada 20’den fazla ülkenin nükleer silahlara sahip olacağını öngörmüştür. Beş nükleer silah sahibi ülke nükleer silahsızlanma görüşmelerini yürütürken, Kennedy’nin kabusunu önlemek için pek çok ülke nükleer silahların yayılmasını önlemeyi amaçlayan NPT’yi onaylamaya başlamıştır.

UAEA kuruluşundan beri devletlerin NPT veya benzer antlaşmaların çatısı altında nükleer enerjinin barışçıl kullanım taahhütlerini antlaşmalara bağlı kalarak yerine getirdiklerinin kontrol edilmesi için bir araç olmuştur. UAEA’nın almış olduğu tedbirler denetleme sistemi olarak bilinmektedir. BM ailesinin bir üyesi olarak UAEA çalışmalarını nükleer enerjinin barışçıl kullanımına katkıda bulunmayı, bu kullanımı genişletmeyi, ve yine bu kullanım sayesinde sağlık ve zenginliği dünya çapında artırmaya adamıştır. Ajans bu görevi üstlenirken Ajansın denetimi ve gözetimi altında sağlanan yardımlarla nükleer enerjinin askeri amaçlarla kullanılmamasını garanti altına almaktadır.

1999 yılı sonu itibariyle 140 ülkede 224 denetim antlaşması yürürlükte olup NPT ile ilgili olarak 128 ülkeyle denetim antlaşmaları sonuçlandırılmıştır. NPT’nin son gözden geçirme konferansı 2000 yılında yapılmıştır.

Eylül 1996 yılında UAEA, A.B.D. ve Rusya; nükleer silahların sökülmesiyle ortaya çıkan fisil maddelerin UAEA tarafından kontrol edilmesi amacıyla pratik önlemlerin alınması için üçlü bir girişim başlatmıştır.

Denetleme sisteminin tarihinde ilk kez NPT’ye taraf olan bir ülke (Irak) nükleer madde faaliyetlerine ilişkin olarak bildirimde bulunmayarak ve Ajansın denetleme yapmasına izin vermeyerek taraf olduğu denetleme antlaşmasını ihlal etmiştir. 1991 yılındaki Körfez Savaşının ardından Irak’taki gizli nükleer silah geliştirme faaliyetlerinin keşfedilmesi, olası gizli nükleer faaliyetleri belirlemek için UAEA’nın denetleme fonksiyonunun sınırlarını ortaya koymuştur. Mayıs 1991’den itibaren ve Körfez Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 687 sayılı kararı uyarınca Irak’ın kitle imha silahlarını yok etmek ve bu silahları üretmesini ve kullanmasını engellemek amacıyla UAEA denetçileri Irak’ın nükleer kapasitesini araştırmışlardır. UAEA denetçileri Birleşmiş Milletler Özel Komisyonu ile iş birliği yaparak Şubat 1992 itibariyle on bölgede yapmış olduğu yerinde incelemeleri tamamlamıştır. Bu çalışmalar sonucunda Irak’ın iddialı ve çok yönlü bir uranyum zenginleştirme programının yanında küçük miktarlarda plütonyum elde ettiği belirlenmiştir.

Irak’ın nükleer silah programından sorumlu olan Jafar Dhia Jafar, Körfez Savaşından önce Irak’ın nükleer silah elde etmekten muhtemelen birkaç yıl uzakta olduğunu bununla beraber uygulanan ambargo altında programını sürdürecek kaynakları sağlayamayacağını belirtmiştir. Jafar, bir daha hiç başlatılamayacak biçimde programla ilgili her şeyin imha edildiğini, ayrıca İngiliz Hükümetince iddia edildiği gibi Nijer’den hiçbir zaman uranyum ithal etmediklerini, zira 1980’li yıllarda aldıkları 500 ton sarı pastanın program için yeterli olduğunu sözlerine eklemiştir. Bu durumda, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin Irak’ın işgali için öne sürdükleri en önemli argüman olan Saddam Hüseyin’in Irak’ın nükleer programı yeniden başlatmaya çalıştığı iddialarının tamamen asılsız olduğu maalesef işgalle beraber kanlı bir biçimde ispatlanmış olmaktadır.

Kuzey Kore ise nükleer enerjiyle ilgili ilk çalışmalarına 1964 yılında şimdiki lider Kim Jong II’nin babası olan Kim Sung II’nin, Pyongyang’ın yaklaşık olarak 100 km. kuzeyinde bulunan Yongbyon atom enerjisi araştırma kompleksinin inşa edilmesi emrini vermesiyle başlamıştır. Kuzey Kore 1970’li yıllarda tesisi modernleştirmiş ve ikinci bir reaktörün yapımına başlamıştır. 1980’lerde ise nükleer silah elde etmek için bu tesislerde plütonyum üretme çalışmaları hızlandırılmış ve ülke 1985 yılında baskılara dayanamayarak NPT’yi imzalamak zorunda kalmıştır. 1987 yılında yılda yedi kilogram plütonyum üretmeye izin veren (bir ya da iki nükleer silah üretmek için yeterli olan miktar) 5 MWe gücündeki grafit reaktörü tamamlanmıştır. Kuzey Kore, 1990’lı yılların ortasında 50 ve 200 MWe gücünde iki yeni reaktörün daha inşasına başlamıştır. Ülkenin 1990 yılında alınan uydu görüntülerinde plütonyumun silah için kullanılmasında kritik bir aşama olan nükleer yakıttan ayrılması için Yongbyon’da bir tesis inşa ettiği belirlenmiştir.

1991 yılında Amerikan nükleer silahlarının Güney Kore’den kaldırılmasıyla, Kuzey Kore ve Güney Kore Nükleersiz bir Kore Yarımadası için Ortak Deklarasyon imzalamışlardır. Bunu takiben Kuzey Kore Ocak 1992’de NPT uyarınca UAEA ile imzaladığı nükleer denetleme antlaşması çerçevesinde denetimlere izin vermiştir. Ancak bir süre sonra diploması yeni bir çıkmaza sürüklenmiş ve birkaç denetlemeden sonra Kuzey Kore, denetçilerin belirli tesislere girmesine izin vermemiştir.

Nükleer çalışmalarını Amerika Birleşik Devletleri ile yaptığı antlaşma uyarınca nükleer faaliyetlerini 1994’te donduran Kuzey Kore, antlaşmadan 2002 yılının sonlarına doğru çekilerek nükleer enerji çalışmalarını hızlandırmıştır. Süreç, Kuzey Kore’nin NPT’den çekilmesiyle büsbütün bir çıkmaza girmiştir. Tüm dünyanın İran’ın nükleer gücüne odaklandığı bir ortamda, Kuzey Kore 10 Ekim 2006 tarihinde ilk nükleer silahını denediğini dünya kamuoyuna ilan ederek büyük bir şaşkınlığa yol açmıştır.


Bütün bu gelişmeler ışığında günümüzde uluslararası toplumu nükleer silah maddelerinin üretilmesini veya transferini önceden uyarmayı amaçlayan yeni bir güçlendirilmiş denetleme sistemi ortaya konmuştur.

Nükleer Maddelerin Fiziksel Koruması

Gerek nükleer silahsızlanma, gerekse radyasyon güvenliği bakımından nükleer madde ve tesisleri kaçakçılık, el koyma ve sabotajdan korumak için etkin sistemler gerekmektedir. Bu tip sistemlerin doğru bir biçimde tesis edilme ve işletilme sorumluluğu açık bir biçimde hükümetlere aittir. Ancak nükleer maddelerin fiziksel koruması aynı zamanda uluslararası endişe konusudur. Zira bir ülkede meydana gelen olay veya olayların, ülke sınırları ötesinde uzantıları ve etkileri olabilir. Bu nedenle ülkelerin kendi fiziki sınırlarını koruma sorumluluklarını yerine getirmeleri uluslararası toplumun meşru bir hakkıdır. Fiziksel koruma sistemi yönergesi UAEA tarafından geliştirilmiştir (INFCIRC/225/Rev.4, Nükleer Maddeler için Fiziksel Koruma Tavsiyeleri). İlk kez 1972 yılında yayınlanan bu yönerge birkaç defa yeniden gözden geçirilmiştir. Söz konusu yönerge, nükleer maddelerin yurtiçi veya yurtdışı kullanımının, depolanmasının ve naklinin fiziksel korumasını kapsamaktadır. Ayrıca ulusal ve uluslararası gereksinimlerin gelişiminde büyük bir öneme sahip olduğunu kanıtlamıştır.

Uluslararası taşımacılıktaki nükleer maddeler için etkin fiziksel koruma önlemlerinin yürütülmesi, ülkelerden veya ülkelere yapılan nakliyat, alım veya transit geçiş bakımından değerlendirilmektedir. 1987 yılında yürürlüğe giren Nükleer Maddelerin Fiziksel Koruması Konvansiyonu, taraf ülkelerden nükleer maddelerin uluslararası taşımacılığı için özel koruma tedbirleri almalarını istemektedir. Konvansiyon görüşmeleri yapılırken bazı ülkeler yurtiçindeki fiziksel korumanın ulusal sorumluluk dahilinde kalması ve bağlayıcı uluslararası standartlara tabii olmaması gerektiğine inandıklarını bildirmişlerdir. 1992 yılının Eylül ayında UAEA tarafından organize edilen gözden geçirme toplantısında söz konusu ülkeler, Konvansiyonun bu haliyle kabul edilmesi gerektiğini desteklemişlerdir.

Etkin fiziksel koruma sistemlerinin önemi, 1990’lı yılların ortalarında ortaya çıkan ve kamuoyunca da iyi bilinen, küçük miktarlardaki nükleer maddelerin yasadışı yollardan yapılan ticareti vakalarının yarattığı tehditle ortaya konmuştur. Bazı şüpheler olmasına rağmen bu olayların oluş biçimi, fiziksel koruma sistemindeki muhtemel zayıflıkları ve doğrudan kullanıma sahip olan bu maddelere yetkili olmayan kişilerce erişilebileceğini ortaya koymuştur. Nükleer silah malzemesi kullanımı için büyük miktarda madde kaçakçılığının gerçekleşmesi olasılığı düşük bulunsa da, stratejik değere sahip nükleer maddelerin küçük miktarları biriktirilebileceğinden bu tip maddelerin az miktarlardaki yasadışı ticareti bile nükleer silahsızlanma açısından çok fazla dikkat gerektirmektedir. Aynı zamanda radyoaktif kaynakların yasadışı ticaretinin yapıldığı veya fiziksel koruma kuralları tamamen göz ardı edecek biçimde atıldığı bildirilmiştir. Bu maddelerin silahlanma tehdidi yaratmamasına rağmen bireylerin öldürücü iyonize edici radyasyona maruz kalabileceği ve hatta maruz kaldığı kaydedilmiştir.

Bu gelişmeler ışığında, UAEA ve üye ülkeler nükleer maddelerin ve diğer radyoaktif kaynakların yasadışı ticaret faaliyetlerine verdikleri önemi arttırmışlardır. “Madde Güvenliği” programıyla UAEA üye ülkelerin nükleer madde muhasebesini geliştirmelerine katkı sağlamak, ülke ve tesis düzeyinde fiziksel koruma sistemlerine destek olmak amacıyla bir dizi faaliyet başlatmıştır.

Nükleer madde korumasındaki ilk savunma hattı, ülkelerin nükleer maddelerinin miktar ve yerlerini kesin olarak bilebileceği bir SSAC sistemidir (State Systems of Accounting for and Control of nuclear materials – Nükleer Maddelerin Kontrolü ve Sorumluluğu için Devlet Sistemleri) . Bu sistemler kayıp maddelerin zamanında fark edilebilmesine imkan vermesi nedeniyle yasadışı faaliyetlerden vazgeçilmesine yardım etmektedir. Bu nedenle Ajans diğerleriyle birlikte SSAC ve diğer fiziksel koruma sistemlerini geliştirmek ve oluşturmak için teknik destek planlarını geliştirmeye ve koordinasyonuna odaklanmıştır. SSAC’ye ek olarak, nükleer maddelerin zorla elde edilme teşebbüslerinin engellenmesi, bu maddelere erişimin zorlaştırılması ve önceden planlanan tedbirlerin uygulanması için yeterli işletme kaynaklarına sahip kapsamlı bir çerçeve gerekmektedir.

Uluslararası toplumun, nükleer silahların yayılması önleme sistemini güçlendirmek için harcadığı çabalara benzerini nükleer maddelerin fiziksel koruma sistemini güçlendirmek için de harcamasına ihtiyaç bulunmaktadır. Fiziksel korumaya yönelik, standartların seviyelerinin yükseltilmesi, uluslararası denetimlerin uygulanması, şeffaflık ve diğer yürütmeye yönelik zorlayıcı mekanizmaların sağlanabilmesi için ülke sınırları içinde kullanılması zorunlu olacak standartların oluşturulması gerekebilir. Böylece ülkelerin gerçekten daha sıkı standartları uygulayıp uygulamadıkları hususu uluslararası garanti altına alınabilecektir.

Genel olarak üye ülkeler, UAEA’nın tavsiye ettiği koruma standartlarını kendi Fiziksel Koruma Standartlarıyla karşılaştırmalıdır. UAEA söz konusu ülkelerden önemli nükleer tesislerindeki çalışmalara ilişkin olarak bildirmesini istediği bilgiler için formlar oluşturabilir. Buradaki hedef hem ulusal fiziksel koruma standartlarını yükseltmek hem de diğer ülkelerin koruma problemlerini çözmelerine yardımcı olmaktır. Nükleer silahların korunması hassas bir konu olduğundan belki de en önemli ortak sorun, nükleer silah sahibi bir ülkede yeterli fiziksel koruma çalışmalarının yapıldığına ilişkin bilgilerin diğer ülkelerle paylaşılmasıdır.

Hali hazırdaki Fiziksel Koruma Konvansiyonu, uluslararası nakliye/taşıma sırasında uygun fiziksel koruma sağlanacağı hususu alıcı tarafından garanti altına alınmadıkça, nükleer maddelerin ihracını ilgili taraflara yasaklamaktadır. Nükleer Tedarikçiler Grubu gibi Fiziksel Koruma Konvansiyonuna taraf olan ülkeler de, ihraç edilecek olan tüm nükleer maddelerin güçlendirilmiş koruma standartlarına tabi olması için gerekli ihraç kontrollerinin kabul edilmesi gerektiğine karar verebilir.

Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölgeler (NWFZ)

Genel olarak gelişmekte olan ülkelerin büyük bir kısmı önemli bir nükleer silah programı için gereken yetişmiş insan gücüne veya ekonomik ve teknolojik altyapıya sahip değildir. Bu ülkelerdeki yatay silahlanma özellikle bölgesel bağlamda ciddi güvenlik sorunlarına yol açabilir. Mayıs 1998’de Hindistan ve Pakistan arasında açık bir biçimde görüldüğü gibi hassas bölgelerdeki rakip komşu ülkeler arasında bütün dünyada olası yankılara yol açabilen nükleer silahlanma yarışına dönüşebilir. Bu durum, dünyanın farklı bölgelerinde çok çeşitli nükleer silahlardan arındırma önerilerinin yapılmasına, Latin Amerika ve Güney Pasifik’te nükleer silahlardan arındırılmış gerçek bölgelerin oluşturulmasına yol açmıştır. Söz konusu bölgeler nihai olarak tümden bir nükleer silahsızlanma için çok değerli yapıtaşları olabilir. Bu yaklaşımın başarısının sürekli olabilmesi için, nükleer silaha sahip olmayan ülkelerin tam desteği, nükleer enerji kullanan ülkelerin de aktif ilgisi ve desteğinin bulunması gerekmektedir. Nükleerden arındırılmış bölgeler aşağıda açıklanmaktadır:

A. Nükleer Silahların Latin Amerika’da Yasaklanması Antlaşması

(1968 yılında yürürlüğe giren Tlatelolco Antlaşması)

Antlaşmayı imzalayan ülkelerin temel zorunlulukları; nükleer silah denemesi yapmamayı, kullanmamayı, üretmemeyi veya sahip olmamayı, antlaşmaya taraf olan ülkeler veya başka bir ülke adına bu silahları kabul etmemeyi, depolamamayı, kurmamayı veya yerleştirmemeyi ayrıca başka bir yerde bu tip silahların üretimi için tasarlanan herhangi bir faaliyete katılmamayı kapsamaktadır. Antlaşma, kontrol altında olmak üzere tarafların barışçıl amaçlarla nükleer enerji kullanma hakkını güvence altına almaktadır.

UAEA denetimlerine ve Antlaşma’nın ek koşullarına uyulmasını sağlamak amacıyla kontrol ve denetleme koşullarına daimi bir bölgesel denetleme organı olan OPANAL (The Agency for the Prohibition of Nuclear Weapons in Latin America and the Caribbean – Latin Amerika ve Karayiplerde Nükleer Silahların Yasaklanması Organizasyonu)’in kurulması da dahildir. Atlaşmaya taraf olan ülkelerden birinin makul bir talebi üzerine özellikle şüpheli bir faaliyet kuşkusu oluşması halinde “özel denetlemeler” için şartlar konulmuştur. Anlaşmazlık halinde BM Güvenlik Konseyi son merci olarak kabul edilmiştir.

B. Güney Pasifik Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge Antlaşması

(1986 yılında yürürlüğe giren Rarotonga Antlaşması)

Fransa’nın 60’lı ve 70’li yıllarda Mururoa Atoll’da gerçekleştirdiği nükleer denemelerin protesto edilmesi ve nükleer atıkların Pasif Okyanusuna bırakılması önerileri, nükleer silahlara karşı genel bir tepkiyi ateşlemiştir. Antlaşma, Yeni Zelanda ve Avustralya’nın ısrarlarıyla Güney Pasifiğin pek çok üyesi tarafından 1986 yılında imzalanmıştır. Bu bölge Pasifik ve Antarktik Okyanusları ile Avustralya’nın batı sahillerinden batıda Latin Amerikan bölgesine ve güneyde Antarktik bölgesine komşu olan çok geniş bir alana yayılmıştır.

C. Afrika’nın Nükleer Silahlardan Arındırılması

(11 Nisan 1996 yılında yürürlüğe giren Pelindaba Antlaşması)

Fransa 1960 yılında ilk nükleer denemesini Sahara çölünde gerçekleştirmiştir. O tarihten bu yana BM Genel Kurulu Afrika’nın nükleer silahlardan arındırılması için her yıl kararlar çıkarmıştır. Söz konusu kararlarda Afrika ülkelerinin nükleer silah edinmemesi veya bu ülkelere nükleer silah üretmeleri için yardımda bulunulmamasına vurguda bulunulmuş ayrıca tesislerini denetimlere açmadığı için Güney Afrika Cumhuriyeti defalarca kınanmıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti 1989 yılında nükleer cephaneliğini söktükten ve 1991 yılında NPT’ye katıldıktan sonra, Afrika ülkeleri kıtanın nükleer silahlardan arındırılması için 1995 yılında Pelindaba Antlaşmasını imzalamışlardır.

D. Güney Asya Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge Antlaşması

(SEANWFZ, Bangkok Antlaşması)

Bangkok Antlaşması 15 Aralık 1995 yılında imzaya açılmış, Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Burma, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam’dan oluşan 10 ülke tarafından imzalanarak 28 Mart 1997 yılında yürürlüğe girmiştir. Ancak Bangkok Antlaşması’nın protokolleri bölgedeki nükleer silah sahibi ülkelerin henüz hiçbiri tarafından imzalanmamıştır. Bangkok Antlaşması kalıcı olup süresiz olarak yürürlükte kalacaktır bununla beraber antlaşma mevcut nükleer silahlardan arındırılmış bölgeye ek olarak iki unsuru daha içermektedir: (1) imzacı ülkeler etki alanına kıtasal ve özel ekonomik bölgelerin oluşturulması; ve (2) antlaşmanın etki alanında olup antlaşmaya veya protokole taraf olan herhangi bir ülkeye karşı nükleer silah sahibi bir ülke tarafından nükleer silah kullanılmayacağına dair negatif bir güvenlik garantisinin sağlanması.

E. Nükleer Maddelerin Kontrolü ve Sorumluluğu için Arjantin-Brezilya Ajansı (ABACC)

ABACC, Arjantin ve Brezilya’nın 18 Temmuz 1991 yılında Guadalajara, Meksika’da imzaladığı antlaşma ile kurulmuştur. Bu antlaşma ile Arjantin ve Brezilya, nükleer madde ve tesisleri kendi yetki veya kontrolüne alarak barışçıl amaçlarla kullanmayı; topraklarında nükleer silah bulunmasını engellemeyi ve önlemeyi; doğrudan veya dolaylı olarak nükleer silah edinilmesine yol açacak çalışmaları yapmaktan ve bunları teşvik etmekten kaçınmayı; herhangi bir nükleer silah biçimini kabul etmeyi, depolamayı, yerleştirmeyi veya yaymayı men edeceklerini taahhüt etmektedir.

Bu iki ülke, tarafların tüm nükleer faaliyetlerinde kullanılan nükleer maddelerin Antlaşmanın yasakladığı amaçlara doğru yönlendirilmesini engellemek amacıyla, Nükleer Maddelerin Sorumluluğu ve Kontrolü Ortak Sistemi’ni (SCCC) meydana getirmişlerdir.

UAEA, Arjantin, Brezilya ve ABACC arasında Dörtlü Denetleme Antlaşması 4 Mart 1994 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu Antlaşma ile UAEA, Brezilyalı ve Arjantinli yetkililerle çalışmayı sürdürmüş ve Nükleer Maddelerin Kontrolü ve Sorumluluğu için Arjantin Brezilya Ajansı ABACC ile yakın bir işbirliği başlatılmıştır. UAEA ve ABACC zenginleştirme tesisleri, bir hafif sulu reaktör, yük alan ağır sulu reaktörlere ve yakıt üretim tesisleri dahil çok geniş bir aralıktaki tesisler ile aynı zamanda sayısız küçük tesisi de denetlemektedir.

F. Nükleersiz bir Kore Yarımadası için Ortak Deklarasyon

(19 Şubat 1992)

Kore yarımadasını nükleer silahlardan arındırılarak nükleer savaş tehlikesini ortadan kaldırmak suretiyle yarımadanın barışçıl bir biçimde birleşmesi ve barışın oluşabilmesi için uygun ortam koşullarını yaratmak, Asya’da ve genel olarak tüm dünyada barış ve güvenliğe katkıda bulunmak amacıyla Güney ve Kuzey Kore 20 Ocak 1992 yılında bir deklarasyon yayınlamışlardır. Bugün bu deklarasyon, her iki tarafın görüş birliğine vararak imzaladığı koşullara Kuzey Kore’nin uymaması nedeniyle atıl durumdadır. Kuzey Kore’nin son olarak gerçekleştirdiği nükleer denemeyle yarımadanın kaderinin ne olacağı belirsizliğini korumaktadır.


Nükleer Silahsızlanma Tedbirlerinin Güçlendirilmesi

1991 yılındaki Körfez Savaşından sonra Irak’taki gizli nükleer silah geliştirme tesisinin keşfedilmiştir. Kuzey Kore’deki bir reaktörden de nükleer maddelerin barışçıl amaçlar dışında kullanılmak üzere yönlendirildiğinden de uzun süredir şüphelenilmiştir. Kuzey Kore daha sonra 1993 yılında temel UAEA denetimlerini içeren NPT’den çekildiğini açıklamış, fakat daha sonra çekildiğini açıklayan resmi bildirimi dondurmuştur.

Kuzey Kore, grafit reaktöründen ve kimyasal yeniden işleme tesisinden nükleer maddelerin alınarak barışçıl amaçlar dışında yönlendirildiğini denetlemek amacıyla görev yapan UAEA denetçilerini engellemiş ve denetim yükümlülüklerini tam anlamıyla uymamıştır.

Bu gerçekler altında uluslararası toplum, ihraç kontrol sistemiyle birlikte UAEA denetleme sisteminin daha büyük bir ihtiyat ve sertlikle yürütmeye başlamıştır.

İkili Kullanım Kalemlerinin Kontrolü

1991 yılındaki Körfez Savaşı, nükleer silahsızlanma sistemi ile ilgili diğer bir sorununu gözler önüne sermiştir: "mevcut ihraç kontrollerinin zayıflığı". Pek çok durumda, Irak gibi olası nükleer silah peşindeki ülkeler, yine de daha büyük ölçüde ülke dışından gelecek olan teknolojik yardımlara bağımlı bulunduğu bilinmektedir. UAEA, ancak belirli bir ülkenin uluslararası taahhütlerine aykırı bir harekette bulunulduğunu bilmesi durumunda etkin bir biçimde harekete geçebilmektedir. Böyle bir durumda ajans söz konusu ülkenin yurtdışından hangi ekipmanı, maddeleri ve teknolojiyi aldığını araştırmaya koyulabilmektedir. Irak gelişmiş ülkelerden kendi konvansiyonel, kimyasal, biyolojik ve nükleer programı için askeri kullanım amaçlı pek çok malzeme alımı yapmıştır. Teknolojik olarak gelişmiş pek çok ülke, Irak’ın cephaneliklerini kitle imha silahlarıyla donatmak için yoğunlaştırılmış çabalarına öyle ya da böyle destekte bulunmuştur. Tedarikçi ülkeler, Londra Tedarikçiler Yönergesi gibi uluslararası antlaşmalardaki açıklar da dahil olmak üzere mevcut ihraç düzenlemesindeki pek çok zafiyet noktasına yönelik harekete geçme zamanının geldiğini bu şekilde acı bir biçimde öğrenmişlerdir.

Hollanda, 14 yıldan sonra ilk kez Londra Tedarikçiler Grubunu Şubat 1991 yılında Lahey’de toplanmaya davet etmiş, bu davete gelen cevaplar olağanüstü derecede olumlu olmuştur. Bazı tedarikçilerin endüstrileşmiş ülkelerin bir cephe oluşturmasının gelişmekte olan ülkelerde şüpheye ve uzaklaşmaya yol açacağına dair eski itirazları Körfez Savaşı’nın etkisiyle ortadan kalkmıştır. Örneğin, ihraç sınırlamalarının sıkılaştırılmasında geleneksel olarak gönülsüz olan ülkelerden biri olan Almanya, ihraç kontrollerinin güçlendirilmesi konusunda uluslararası bir antlaşmaya varılması için çok istekli hale gelmiştir. Yine tedarikçilerin toplanmasına geleneksel olarak karşı olan Fransa, politikasını değiştirmiş ve nükleer silahsızlanma amacıyla uluslararası işbirliğine hazır olduğunu bildirmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri ikili kullanım ihraç kontrolüne ilişkin olarak bir taslak metni sunmuştur. Çok Taraflı İhraç Kontrolleri Koordinasyon Komitesi (COCOM) sınırlamalarının birçoğunu değiştirmesi nedeniyle söz konusu metin hararetle tartışılmış ancak sonunda Amerikan teklifleri büyük ölçüde ve geniş oranda kabul edilmiştir. Buna göre tedarikçiler ikili kullanım kalemlerinin bir listesi ve buna ek olarak nükleer silah yapımında doğrudan kullanılan ancak nükleer enerjinin barışçıl kullanımıyla ilgili olmayan kalemlerin bir listesi üzerinde çalışmayı prensipte kabul etmişlerdir.

Güçlendirilmiş Denetleme Sistemi

Geçtiğimiz yıllarda bazı ülkelerin nükleer faaliyetleri ile ilgili yaşanan bazı istenmeyen olaylar, ortamı ve nükleer denetleme sistemi gereksinimlerini önemli ölçüde değiştirmiştir.

NPT’ye taraf olan Irak gizli bir nükleer silah edinme programı geliştirmiş yine Libya’da benzer bir çaba içine girdiğini sonraları itiraf etmiştir. Irak Körfez Savaşıyla birlikte programını iptal ederken işgale uğramaktan kendini koruyamamıştır. NPT’yi imzalayan ancak ani denetimleri içeren ek protokolü imzalamayan Libya, 2003 yılında bu protokolü imzalamaya hazır olduğunu ve 2004 yılında da nükleer silah programını bir kenara bıraktığını ve tesislerini uluslararası denetime açacağını ilan etmiştir.

İran ise bugün nükleer programında ısrarlı ve kararlı görünmektedir. Rusya ile ortak antlaşmalar yapan Tahran yönetimi nükleer enerjiden yararlanma hakkının olduğunu ve enerji çeşitlenmesi kapsamında daha fazla petrol ihraç edebilmek için nükleer enerjiye ihtiyaç duyduğunu ileri sürmektedir. Zenginleştirme ile ilgili faaliyetlerine son vermesi istenen İran yönetimi bunu reddederek Ağustos 2006’da ağır su imalat tesisini faaliyete sokmuştur. Diğer yandan, zenginleştirme ve ağır su imalatının, barışçıl amaçlarla nükleer enerji üretmekten çok, nükleer silah programına ilişkin adımlar bulunduğu yönünde kuvvetli bir kanı da bulunmaktadır. İran’la ilgili durumun ne olacağı, soruna diplomatik bir çözüm bulunup bulunulmayacağı, Amerikan yönetiminin askeri bir operasyon yapıp yapmayacağı henüz belli değildir.

Kuzey Kore, NPT'yi yaklaşık 6 yıl boyunca imzalamayarak görüşmeleri sürüncemede bırakmış, fakat sonunda 1985 yılında NPT'ye taraf olmuştur. Nisan-1992 tarihinde nükleer faaliyetleri üzerindeki UAEA denetimlerine izin vermiştir. Bu tarihe kadar, Kuzey Kore'nin 1-3 arası nükleer silah imal etmeye yetecek miktarda plütonyum ürettiği düşünülmektedir. Aralık-1998 tarihi itibariyle, ürettiği plütonyumu doğru bir şekilde UAEA'ya bildirmemiştir. Ayrıca 2 nükleer atık sahasına özel UAEA denetimleri yapma talebini geri çevirerek, NPT şartlarına aykırı bir davranış sergilemiştir. Bu iki atık sahasının Kuzey Kore'nin geçmişte gerçekleştirdiği plütonyum üretme faaliyetlerine delil teşkil edebilecek kanıtlar içermekte olduğu düşünülmektedir. ABD ile Ekim-1994'de imzalanan çatı anlaşması altında, Kuzey Kore bu konulara ileriki tarihlerde çözüm getirmeyi kabul etmiştir. Bu arada, nükleer faaliyetleri üzerindeki sınırlamayı kabul etmiş, daha sonra da NPT üyesi olmaya devam ettiği halde UAEA denetimlerini dondurduğunu açıklamıştır. 7 yıl boyunca işletilmesinin ardından 5 MW'lık grafit reaktöründen çıkan kullanılmış yakıtları UAEA personeli ile birlikte izole edilmesinde işbirliği yapmıştır. Bu ve bunlara benzer gelişmeler ileri geri davranışlar Kuzey Kore'nin nükleer silah denemesi yaptığı 2006 yılına kadar devam etmiştir. Dolayısıyla, Kuzey Kore'nin çok inişli çıkışlı bir işbirliği geçmişine sahip bulunduğu görülmektedir.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk nükleer çabalarının 1970’li yılların başlarında ülkenin madencilik endüstrisine destek olmak amacıyla barışçıl bir nükleer enerji programıyla başladığına inanılmaktadır. Ancak Güney Afrika Cumhuriyeti eski başkanı de Clerk, 1993 yılında parlamentoda yaptığı bir konuşmada 1974 yılında o zamanki hükümetin nükleer silah geliştirmek için gizli bir karar aldığını bildirmiştir. Proje kısa zamanda genişletilerek Pelindaba’da pilot ölçeğinde bir zenginleştirme tesisi inşa edilerek işletmeye alınmış ve Kalahari Çölünde nükleer deneme sahası inşa edilmiştir. Güney Afrika Cumhuriyeti 1976 ve 1977 yıllarında iki nükleer silah deneme alanı inşa etmiş ve toplam olarak altı adet nükleer patlayıcı imal edilmiştir. Program 1989 yılı sonlarında durdurulmuştur. 1990 yılının başında Pelindaba doğu bölgesindeki uranyum zenginleştirme tesisi kapatılmış, altı nükleer patlayıcı sökülmüş, donanım ve teknik belgeler imha edilerek yüksek zenginlikteki uranyum nihai depolama için Atom Enerjisi Komisyonuna gönderilmiştir. Nükleer silah üretim bölgesi olan Advena etkisizleştirilerek mühürlenmiştir. Tüm sökme işlemlerinin Temmuz 1991 başlarında tamamlandığı bildirilmiştir. Güney Afrika'nın nükleer silah çalışmalarını İsrail ile birlikte gerçekleştirdiğine yönelik söylentiler de bulunmaktadır.

UAEA’nın Yönetim Kurulunun Irak’ın NPT koşullarını ihlal ettiğine ilişkin resmi raporu, nükleer tesisler yok edildikten ve nükleer programın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (UNSCOM) tarafından izlenmesiyle ortaya çıkarılmasından sonra yayınlanmıştır. Irak'ın nükleer tesislerine yönelik yaptırımlar, UAEA resmi raporuyla değil, doğrudan Birleşmiş Milletlerin aldığı kararların sonucunda gerçekleşmiştir. Bu karışık durum UAEA denetim sistemine ciddi bir darbe yaratacağı beklenirken, tam tersine sistemin gelişmesi için ciddi bir tepkiyi tetiklemiştir. Daha fazla ülkenin, nükleer silahlanmanın ulusal, bölgesel ve küresel barışa karşı ciddi bir tehdit oluşturduğu bilincine ulaşmasına yardımcı olmuştur.

1991 yılına kadar NPT’ye taraf olan nükleer silah sahibi olmayan ülkelerde UAEA sadece bildirilen tesisleri izlemiş ve bildirilmeyen olası nükleer tesisleri araştırmamıştır. Körfez savaşından sonra Irak’ın geniş bir nükleer silahlanma programının parçası olarak bildirilmemiş gizli bir nükleer tesis ağı geliştirdiği öğrenildiğinden dolayı, 1991 yılının sonunda UAEA, “özel denetimler” adı altında daha önce kullanmadığı yetkilerini kullanacağını, bir başka deyişle bildirilmemiş fakat şüpheli sahalarda denetim izni isteyebileceğini, bildirmiştir.

Denetim sisteminin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi süreci yıllardan beri devam etmektedir. 1992 yılında, kapsamlı denetleme antlaşmalarında öngörülen UAEA’nın özel denetimleri yapma hakkı kabul edilmiştir. Denetlenen tesislerin tasarım bilgilerinin kullanımı ve erken tedbirlerin uygulamaya geçirilebilmesine ilişkin kararlar aynı yıl içinde alınmıştır. UAEA Yürütme Kurulu, ayrıca, belirli ekipman ve nükleer olmayan maddelerin ihraç ve ithaline ilişkin bilgilerin gönüllülük esasıyla bildirilmesini öngören bir planını da onaylamıştır.

UAEA Başkanının "93+2" adı ile bilinen geliştirilmiş tedbirlerin derhal uygulanmaya başlaması yönündeki planın Yönetim Kurulunda kabul edilmesinin ardından, 1995 Haziranında uygulanmaya başlanmıştır. UAEA bu geliştirme programına 1993 yılında başladığından ve çalışmalarını iki yıl daha uzattığından dolayı bu plana "93+2" adı verilmektedir.
Denetim faaliyetleri, her zaman UAEA denetçileri, hükümet yetkilileri ve nükleer tesis işletmeleri arasında koordineli çalışmaları gerektirmiştir. Güçlendirilmiş Denetleme Sistemi işbirliğine daha da fazla önem vermektedir. Artırılmış işbirliğinin bir dizi boyutu bulunmaktadır. Boyutlardan bir tanesi, UAEA’nın kendi bağımsız hükümlerine ulaşması için gerekli şartları garanti altına alırken, nükleer madde ve ekipman muhasebe sistemleri ni de (SSAC, RSAC) kullanarak, kaynak ve faaliyet paylaşımı yoluyla gerçekleştirilen sistematik değerlendirmelerin yapılmasıdır. Ek Protokol içinde yer alan bazı ilave tedbirler aşağıda listelenmektedir:

  • Yakıt çevrimiyle ilgili araştırma geliştirme faaliyetlerinin de denetim kapsamına alınması;

  • Nükleere ilişkin hassas teknolojilerin üretilmesi ve ihracına ilişkin bilgilere ve üretim/ithalat bölgelerine denetçilerin erişimi;

  • UAEA tarafından gerekli görüldüğünde bildirilen bölgelerin dışında da çevre numunelerinin toplanması ve çevre denetimlerinin yapılması,

  • Denetçilerin atama sürecine yardımcı olacak idari düzenlemelerin yapılması,

  • Çok girişli vize tedariki ve

  • UAEA’nın denetçilerin modern iletişim imkanlarına kavuşmalarının sağlanması.

Ek Protokol, denetçilerin güçlendirilmiş erişimi sayesinde çevre numunelerinin toplanmasını büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Bölgeye-özel çevre numune toplama sistemi oluşturulabilmesine ek olarak, aynı zamanda geniş bölgesel alanların sürekli izlenmesi veya çevresel açıdan izlenebilmesine de olanak vermektedir. Geniş bölgesel alanlardan çevre numunelerin toplanabilmesi uygulamasına ilişkin prosedürler, bu işlemleri gerçekleştirmeden önce UAEA Yürütüme Kurulunun onayını alınmasını şart koşmaktadır.

Geleneksel madde kontrol denetimleri de, nükleer maddelerin barışçıl amaçlar dışındaki faaliyetlere yönlendirilme olasılıkları dikkate alınarak daha da geliştirilmiştir. Bu amaçla nükleer maddelerin barışçıl amaçlar dışına yönlendirilme olasılıkları yüksek olduğu durumlara yönelik bazı "yönlendirme indikatörleri" geliştirilmiştir. Bu indikatörler bir ülkenin nükleer madde envanteri, madde akışı veya tesis işletmelerine ilişkin verileri kullanılarak sürekli kontrol altında tutulmaktadır. Güçlendirilmiş denetleme sistemi, nükleer tedbirlerin bütününü ve bilginin kabaca analizini oluşturan, nükleer ve nükleerle ilgili faaliyetlere ilişkin devlet bildirilerinin meydana getirdiği yeni bir çeşit “gözlem noktası” sağlamaktadır.

Geleneksel denetlemelerin teknik amacının “maddeler barışçıl amaçlar dışındaki faaliyetlere yönlendirilmiyor/saptırma yok” hipotezinin test edilmesi şeklinde bulunmaktaydı. Diğer yandan, güçlendirilmiş denetim sisteminde “bildirilmeyen nükleer faaliyet yoktur” hipotezinin test edilmesi şekline dönüşmüş bulunmaktadır. Bu da ülke bazında yapılan teknik bir değerlendirme yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Detaylı teknik değerlendirmeler sırasında, ilk olarak ülkenin bildirimlerinin tutarlılığı test edilmektedir. İkinci olarak da "ülkenin bütün faaliyetlerinden toplanan bilgiler ışığında çıkartılan indikatörler" ile "ülkenin planlarının ne olduğu ve ne yapmaya çalıştığı ile ilgili bilgiler" detaylı bir şekilde bire bir karşılaştırılmaktadır.

Sonuç

Nükleer tesisler, bu teknolojinin geliştirildiği ilk yıllarda askeri amaçlara yönelik geliştirilmiş ve kullanılmış olmasına rağmen, nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımı sonraki yıllarda geniş bir kabul görmüştür. Nükleer faaliyetlerin, gecikerek de olsa imzalanan antlaşmalara dayanan nükleer silahsızlanma sistemi çerçevesinde tutulması çabaları, UAEA denetim koşullarına ve NPT’ye taraf olan pek çok ülkenin söz konusu antlaşma ve koşullara uyması sayesinde büyük ölçüde başarılı olmuştur.

Bugün dünyadaki ülkelerin büyük bir bölümü UAEA’ya üyedir ve NPT’ye taraftır. Kesin olarak söylemek gerekirse bugün 187 ülke NPT’yi imzalamıştır ve antlaşmaya taraftır. Diğer taraftan nükleer silah üretmek için yeterli teknolojik kapasiteye sahip “eşik ülkeler” de bulunmaktadır. Nükleer Silahsızlanma Antlaşmasına taraf olmayan iki eşik ülke olan Hindistan ve Pakistan’ın kendilerini nükleer silahla donatma niyetlerini açıkça ortaya koyduklarına geçtiğimiz yıllarda şahit olmuş bulunmaktayız.

NPT’nin imzalanmasından bu yana, 30 yıllık bir süre boyunca nükleer silah deneyen bir ülkenin çıkmamasının ardından, geçtiğimiz yıllarda nükleer silah deneyen ülke sayısının artmış olması doğrusu büyük bir talihsizliktir. Bununla beraber, Soğuk Savaşın bitmesiyle iki süper gücün nükleer silahlarda indirime gitmesi ve sökmesiyle atılan adımların getirdiği önemli ve yararlı değişimler, uluslararası işbirliği ve güvenliği için olumlu bir iklimin oluşmasına imkan vermiştir. CTBT’ye işlerlik kazandırılması nükleer silahsız bir dünya için atılacak bir diğer olumlu adımdır.

Karışıklık içinde bulunan ülkelerin nükleer silah sahibi olmasını güçleştirmek için nükleer ihraç kontrol sistemi ve UAEA denetimleri yerine getirilmeli ve daha da güçlendirilmelidir. İster sivil amaçlı programlardan elde edilmiş olsun, ister askeri cephaneliklerden elde edilsin, nükleer maddelerin kötü amaçla kullanımı hukuki, teknik ve ortak düzenlemelerle engellenmelidir. Nükleer cephaneliklerden elde edilen fazla plütonyumun yasadışı kişiler tarafından çalınması, kaçakçılığı veya zor kullanılarak elde edilmesi, kötü amaçlarla kullanımı hassas konular arasında bulunmaktadır. Nükleer silahlardan elde edilen tüm nükleer maddelerin uluslararası denetleme sisteminin gözetiminde tutulması ve nükleer silahla ilgili tüm faaliyetlerin yasaklanması dünya barışı için ileri doğru atılmış büyük bir adım olacaktır.

Bölgesel, ırksal, etnik ve bölgesel anlaşmazlıklar veya ekonomik çalkantılar acil siyasi avantajlar elde etmek için nükleer silah arayışını tetikleyen çabalara yol açabilmektedir. Böyle çabalar nükleer silahsızlanma sisteminin derhal sıkı bir biçimde uygulanmasıyla bastırılabilir.

Şu ana kadar nükleer silahsızlanma tedbirleri ana hedeflerine büyük oranda ulaşılmıştır. Bu başarıyı sağlayan mekanizma zamanla geliştirilmiş ve performansı arttırılmıştır. Bununla beraber, nükleer silahsızlanma sistemi de gelişen hukuk sistemine ve teknolojiye paralel olarak geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Tercih edilecek bir diğer konu da gelecekte kullanılması öngörülen ileri tasarım reaktörlere yönelik silahlanmaya karşı dayanıklı yakıt çevrimlerinin geliştirilmesidir. Buna ek olarak, nükleer maddeleri zorla madde elde etme girişimlerinin engellenmesi, bu maddelere erişimin zorlaştırılması ve bu maddelerin yetkisiz kişiler tarafından zorla ele geçirilmesi halinde önceden planlanmış karşı harekat planlarının uygulamaya alınması konularında, uygulama için yeterli kaynaklarını da içerecek kapsamlı bir yasal çatının geliştirilmesi de önem taşımaktadır. Geniş bölgesel alanları kapsayan çevresel numune toplama sistemlerinin uygulanması da bir diğer önemli nokta durumundadır. Nükleer silahsızlanmaya ilişkin olarak benzer pek çok antlaşma bulunduğundan, bunları bir araya toplayarak mevcut sistemlerin tamamını kapsayan küresel bir entegre silahsızlanma mekanizması da geliştirilebilir.

Nükleer silahların bulunmadığı bir dünya yaratmak için gerçekte her ülkenin üzerine büyük görevler düşmektedir. Bu ülkelerin başında da nükleer silah sahibi ülkeler (Çin, Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği - şimdiki Rusya -) gelmektedir. Bu ülkelerin, nükleer silahlardan arınmış bir dünya için kendi nükleer silahlarından kademeli olarak kurtulmalarını içerecek bir çaba içine girmeleri gerekmektedir. Gelecek yıllardaki çabalar, nükleer silahsızlanma sisteminin nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla geliştirilmesini ve kullanımını mümkün kılmaya odaklanmalıdır. Uluslararası barış anlayışının tesis edilmesiyle ve tüm dünya ülkelerinin üzerine düşüne görevleri samimi bir biçimde yerine getirmesiyle nükleer silahsız bir dünya çağı gerçek olabilir.


Kaynaklar

  1. Korea Atomic Energy Research Institute, Nuclear Non-Proliferation Handbook(in Korean), Taejon, Korea, 1997.

  2. The Proceedings of the 3rd International Forum on Nuclear Non-Proliferation, Tokyo, Japan, 23-25 February 1998.

  3. Center for Nonproliferation Studies, Monterey Institute of International Studies, The Nonproliferation Review, Volume 5, Number 1, Fall 1997.

  4. Center for Nonproliferation Studies, Monterey Institute of International Studies, The Nonproliferation Review, Volume 5, Number 3, Spring, Summer 1998.

  5. Center for Nonproliferation Studies, Monterey Institute of International Studies, The Nonproliferation Review, Volume 5, Number 2, Winter 1998.

  6. Center for Nonproliferation Studies, Inventory of International Nonproliferation Organizations and Regimes, 1996~1997 Edition, USA, May 1997.

  7. Council for Nuclear Fuel Cycle, Plutonium No. 18, Tokyo, Japan, Summer 1997.

  8. David Fischer, History of the International Atomic Energy Agency, the First Forty Years, IAEA, 1997.

  9. IAEA, The IAEA's Safeguards System, Ready for the 21st Century, Vienna.

  10. IAEA Bulletin, Vienna, December 1997.

  11. SIPRI, SIPRI Yearboook 1996: Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press, Oxford, 1996.

  12. Report on Preparatory Committee for the 2000 Review Conference of the Parties to the NPT, NPT/Conf. 2000/PC. 1/1 Rev. 1, the United Nations, 7 April 1997.

  13. International Nuclear Energy Academy, Review Report, Options for the Management of Spent Nuclear Fuel, INEA-97-RR-1, Ajou Univercity, Korea, 3 April 1997.

  14. IAEA General Conference Safeguards Scientific Afternoon, Strengthened Nuclear Verification - From Concept to Implementation, IAEA, 1 October 1997.

  15. IAEA General Conference Scientific Afternoon, Turning Some Military Nuclear Technology to Peaceful Use, IAEA, 1 October 1997.

  16. Brian G. Chow, Richard H. Speier, Gregory S. Jones, The Proposed Fissile Material Production Cutoff: Next steps, Rand National Defense Research Institute, 1995.

  17. Herald Müller, David Fischer and Wolfgang Kotter, Nuclear Non-Proliferation and Global Order, Oxford University Press, Oxford, 1994.

  18. Harvard University, Center for Science and International Affairs, Managing Military Uranium and Plutonium, USA, 7 October 1997.

  19. IAEA, Department of Safeguards, Model Protocol Additional to the Agreements(s) Between State(s) and International Atomic Energy Agency for the Application of Safeguards, INFCIRC/540.

  20. IAEA, Annual Report 1999, GC(44)/4, September 2000.

  21. Center for Nonproliferation Studies, Monterey Institute of International Studies, Inventory of International Nonproliferation Organization and Regimes 2000 edition, August 2000.

 

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Teknik Raporlarından ve Kore Atom Enerjisi Araştırma Enstitüsü (KAERI) Eğitim Dokümanlarından Tercüme Eden ve Düzenleyen:   AHMET EGE, Nükleer Enerji Mühendisi, EÜAŞ Nükleer Santraller Daire Başkanlığı