Maddeden Gelen Enerji
Birbirleri ile
rekabet halinde olan farklı enerji kaynaklarının çevresel
etkilerine yönelik artan kaygılara rağmen, dünya enerji
talebinin hızlı bir şekilde büyümesi beklenmektedir. |
Enerji Talebi
Ekonomik gelişme ve nüfus artışı nedenleriyle, dünya enerji
talebi artmaya devam edecektir (bakınız Şekil 1). Bu artışın
çok büyük bir çoğunluğu da gelişmekte olan ülkelerde
gerçekleşecektir. Çünkü bu ülkeler, artan nüfuslarının yaşam
standartlarını arttırmak için çabalamaktadır. 1998 yılında,
Uygulamalı Sistem Analizi Uluslararası Enstitüsü (IIASA) ve
Dünya Enerji Konseyi; 2050 yılına kadar, dünya çapında
enerji talebinin büyük olasılıkla 1.5-3.0 kat artacağı
sonucuna varmıştır.
İngiliz Kraliyet Topluluğu ve Kraliyet Mühendislik
Akademisinin 1999 yılında yayınladığı raporda, önümüzdeki
100 yıl boyunca dünya enerji tüketiminin aşağıdaki gibi
olacağı sonucuna ulaşılmıştır:
“…Önümüzdeki 50 yıl boyunca en azından iki misli artacaktır.
Önümüzdeki 100 yıl boyunca, dünya nüfusunun da artması ve
insanların kendi yaşam standartlarını iyileştirme arayışları
ile beraber, 5 kata kadar artacaktır... “
Dünya çapında iki milyar insanın halen elektriğe ulaşımı
bulunmamaktadır. Bir o kadar insan da halen mutfak
ihtiyaçları için geleneksel katı yakıtları kullanmaktadır.
|
Gelecek nesilleri aşırı derece etkilemeden, toplumun artarak
devam etmekte olan bugünkü ihtiyaç ve isteklerine cevap
verebilmek, önemli bir uğraş gerektirmektedir.
Nükleer Enerji ve
Sürdürülebilir Kalkınma
Enerji, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili politikaların
önemli bir bileşenidir. Çünkü, enerji insan faaliyetleri ve
ekonomik büyüme için hayati önem taşımaktadır.
Bugünkü enerji temin etme teknolojilerinin sürdürülebilir
olmadığı görüşü, şimdilerde artan bir şekilde hâkim hale
gelmektedir. Nükleer enerjinin ne boyutta sürdürülebilir
olduğunun gösterilmesi, bu enerji kaynağının gelecekte
enerji arz yelpazesindeki yerini belirlemede önemli bir rol
oynayacaktır.
Sürdürülebilirlik, geleneksel olarak 3 farklı boyutta
tartışıla gelmektedir. Bunlar: ekonomik, çevresel ve sosyal
boyutlardır. (bakınız Şekil 2):
Ekonomik Boyut
Nükleer enerjinin mikro-ekonomik yönleri, “Ekonomik ve İdari
Konular” ana başlığı altındaki “Nükleer Enerjinin Ekonomisi”
başlıklı makalede incelenmiştir. Aşağıda, nükleer enerjin
makro-ekonomisi üzerinde yoğunlaşılacaktır.
Enerji Kaynaklarının Çeşitliliği ve Güvenliği
Petrol ve doğal gaz oldukça sınırlı bir coğrafi alanda
mevcut bulunmaktadır. Orta Doğu ülkeleri ve Rusya, dünya ham
petrol rezervlerinin %70’ini, doğal gazın da üçte ikisini
kontrol etmektedir. Özellikle bu ürünleri sağlayan
bölgelerde bazen ortaya çıkan politik kararsızlıkları bir
kenara bırakacak olursak, bu bölgeler ile ana pazarlar
arasındaki uzun arz mesafeleri, politik sebeplerden dolayı
kaynağın kesilmesine karşı kırılganlık ortaya
çıkartmaktadır.
Nükleer enerjide ise durum daha farklı bulunmaktadır. OECD
ülkeleri dünya uranyum üretiminin %55’ini sağlamaktadır ve
yine bilinen uranyum rezervlerinin %40’ı bu ülkelerinde
bulunmaktadır. OECD ülkeleri ayrıca, doğal uranyumu, son
ürün nükleer yakıta çeviren önemli hizmetler açısından da
kendi kendine yeterli bulunmaktadır. OECD ülkelerinin doğal
gaz rezervlerinin sadece %12’sine, kömür rezervlerinin de
%40’ına sahip olduğunu da belirtmek gerekmektedir.
Fosil kaynakların aksine nükleer yakıt ve diğer nükleer
maddeler; yoğun, az yer kaplayan, kolaylıkla stoklanabilen
ve büyük miktarları nispeten az bir maliyetle saklanabilen
bir özelliğe sahip bulunmaktadır. Yaklaşık 25 tonluk yakıt
demetleri, 1 GWe’lik basınçlı su reaktörlerinde 1 yıllık
yakıtı oluşturmaktadır. Benzer çıkış gücüne sahip bir kömür
santralında yılda 3 milyon ton kömüre ihtiyaç duyulmaktadır
ve bu 100,000 kere daha fazla bir miktardır.
Bir ülkenin artan enerji yönünden dış kaynaklara
bağımlılığı, herhangi bir krizin maliyet ve ekonomik
sonuçlarını da beraberinde taşımaktadır. Dış kaynaklara
bağımlılığı azaltan herhangi bir enerji kaynağı, enerji
kaynak güvenliliğini arttırıyor anlamı taşımaktadır. Bu da
sonuç olarak ülkenin güvenliğini arttırıyor anlamı
taşımaktadır. Bütün OECD ülkelerinde, güvenlik, her zaman
enerji politikalarının önemli bir hedefi olagelmiştir.
Ödemeler Dengesi
Nükleer enerjinin, rekabet edebilir bulunduğu varsayımıyla,
ticaret dengesine iki olumlu etki sağladığı görülmüştür:
İlki, çok küçük miktarlardaki ve düşük maliyetlerdeki uranyumu ithal etmek, nispeten büyük miktarlardaki ve yüksek maliyetlerdeki kömür, doğal gaz ve petrolü ithal etmekten çok daha çekici bulunmaktadır.
İkincisi, nükleer enerji üretimini desteklemek amacıyla ileri teknoloji altyapısının kurulması ve bu altyapının genişletilmesi, teknoloji transferine yardımcı olmaktadır.
Doğrudan Maliyet Tasarrufu
Sürdürülebilir kalkınma açısından önem taşıyan hususlardan
bir tanesi, güvenilir ve düşük-maliyette elektriğin sağlanma
yeteneğidir. Nükleer enerji, uzun vadede diğer ana elektrik
üretim yöntemleri ile maliyet açısından rekabet edebilir
hale gelebilmektedir. Özellikle;
Farklı enerji üretim teknolojilerinin çevresel dış maliyetlerinin içleştirilip, bu maliyetlerin toplam üretim maliyetlerine eklenmesi,
Sosyal kabulün sağlanması, ve
Enerji kaynaklarının çeşitlendirmesi ve kaynak güvenliğinin sağlanması,
ile ilgili politik kararların alınması ve alınan bu kararlara yönelik uygulamaların başlatılması, nükleer enerjinin rekabet edebilirliğini daha da arttırmaktadır.
Kısa vadede, nükleer enerjinin rekabet edebilirliği,
özellikle fiyat dalgalanmaları eğilimine sahip fosil
kaynakların fiyatlarına bağlı olacak şekilde, ülkeden ülkeye
değişmektedir.
Fiyatlarda Kararlılık
Fosil yakıtlı elektrik üretiminde, yakıt maliyetleri, toplam
elektrik fiyatlarının önemli bir bileşenini oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, fosil yakıt fiyatlarındaki dalgalanma eğilimi,
kendini elektrik fiyatlarında dalgalanmalar olarak
göstermektedir (bakınız Şekil 3). Bu husus, özellikle
rekabetçi piyasalar için daha da geçerli bulunmaktadır.
Nükleer elektrik üretimindeki düşük yakıt ve yüksek sabit
maliyet bileşenleri, elektrik fiyatlarına potansiyel olarak
dengeleyici bir etki yapmaktadır.
Not: “Gerçek” fiyat indeksleri ülkelerin kendi para
birimlerinden kaynaklanan fiyatlar kullanılarak
hesaplanmaktadır ve bu değerler sanayi sektörü için ülkeye
özgü üretici fiyat indekslerine, normal halk için de
tüketici fiyat indeksine bölünmektedir. Yukarıdaki grafikte
baz yıl olarak 1995 alınmıştır.
Kaynak: IEA, Energy Prices and Taxeds (Paris: IEA, Second
Quater 2002).
Genellikle, farklı enerji kaynaklarının olabildiğince geniş
bir aralıkta mevcut olması ve kullanılması, herhangi bir
yakıt kaynağına olan talep basıncını azaltma eğilimi
taşımaktadır ve dolayısıyla makro-ekonomik kararlılığa
potansiyel katkı sağlamaktadır.
Çevresel Boyut
Uranyum kaynakları ekonomik çekicilikleri ve
mevcudiyetlerine olan güven temelinde sınıflandırılmaktadır.
Mevcut bulunduğu bilinen kaynaklar ve geleneksel madencilik
teknikleri ile ucuz bir şekilde çıkartılabilecek kaynaklar;
“Bilinen Konvansiyonel Kaynaklar“ olarak adlandırılmaktadır.
Bu kaynaklar 2 alt grup olarak sınıflara ayrılmaktadır:
Makul Ölçüde Garanti Altına Alınmış Kaynaklar (RAR) ve
Tahmini İlave Kaynaklar – Kategori I (EAR-I). |
Belirli bir malzemenin çevresel açıdan sürdürülebilir
olması, rezervlerin yeterli olması ve çevreye doğrudan olan
etkileri gibi şartlar dahilinde tanımlanmaktadır.
Kaynakların Mevcudiyeti
Uranyum yer kabuğunda ve okyanuslarda büyük ölçüde dağınık
halde bulunmaktadır. Dünyada gümüş atomlarından daha fazla
uranyum atomu bulunmaktadır. 2001 yılı başı itibariyle,
tahmini konvansiyonel uranyum kaynakları (bilinen ve daha
keşfedilmemiş) toplam 16 milyon ton çıvarında bulunmaktadır.
Mevcut kullanım hızı dikkate alındığında yaklaşık 250 yıllık
kaynak bulunduğu söylenebilir.
Bunlara ek olarak, konvansiyonel olmayan, yani uranyumun
düşük konsantrasyonlarda bulunduğu ve ayrıca uranyum bir yan
ürün olarak elde edilebildiği kaynaklar da mevcuttur. Fosfat
tortularında bulunan bu konvansiyonel olmayan uranyum
kaynaklarının miktarı yaklaşık 22 milyon ton civarındadır.
Ayrıca 4000 milyon ton civarında uranyumun da deniz suyunda
bulunduğu bilinmektedir. Araştırmalar, deniz suyundaki
uranyumun da ayrıştırılabileceğinin işaretlerini
göstermektedir, fakat bu işlem daha henüz sadece laboratuar
ölçeğinde gerçekleştirilebilmektedir. Bu işlemin maliyeti
de, normal uranyum madenlerinden elde edilenlere oranla daha
henüz yaklaşık 5-10 kat daha yüksek bulunmaktadır.
Bununla birlikte, uzun vadede, doğal uranyumun yeterli olup
olmayacağı, reaktör teknolojilerine ve benimsenen yakıt
çevrimi stratejilerine bağlı olacaktır. Mevcut hafif sulu
reaktör teknolojilerinden çıkan kullanılmış yakıtın yeniden
işlenmesi, prensipte, uranyum talebini %10-15 oranlarında
azaltacaktır.
Dahası, gelecekte, hızlı reaktörler de ticari reaktörler
arasına katılacak olursa, yakıt verimi daha da artacaktır.
Hızlı reaktörler, mevcut reaktörlerin yerini alabilirse,
kullanılmış yakıtın yeniden işlenmesi ile beraber mevcut
uranyum kaynaklarının 50 kat daha verimli kullanılması
sağlanabilecektir.
Şu anda sadece hayal edilen diğer bazı ileri teknolojiler,
beklide ileride toryumun uranyuma dönüştürülerek
kullanılmasını sağlayabilecektir. Özellikle, büyük toryum
rezervlerine sahip Hindistan bugün toryumu, uranyuma
dönüştürerek kullanmaya yönelik deneysel ölçekte çalışmalar
yapmaktadır.
Gerçekte aslında, nükleer enerjiyi, sınırlı kaynağa sahip
olarak görmek mümkün değildir.
Doğrudan Çevresel Etki
Nükleer enerji, havayı kirleten veya sera etkisine sebep
olan gazları neredeyse hiç salmayan az sayıdaki enerji
kaynaklarından bir tanesidir. Uranyum madenciliğini ve
nükleer santral inşasını da içeren bütün nükleer yakıt
çevrimi aşamaları, üretilen kWsaat enerji başına, 2.5 ile 6
gram arasında karbonun atmosfere bırakılmasına neden
olmaktadır. Bu, rüzgar, hidroelektrik ve güneş enerjisi gibi
yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı sonucunda
oluşacak tahmini karbon salınımlarına (emisyonlarına)
yaklaşık olarak eşit bulunmaktadır. Ayrıca fosil kaynaklar
arasında en temizi olarak bilinen doğal gaz kullanımı
sonucunda salınacak karbon miktarından 20-75 kat arası daha
az bulunmaktadır.
Hava kirliliği yılda 2.7-3.0 milyon prematüre bebek
ölümlerine sebep olmaktadır veya dünya çapındaki ölümlerin
%5-6'sının sebebidir. |
Dolayısıyla, nükleer enerji, karbonun atmosfere salınımının sınırlandırılması amacı ile uyumlu enerji üretim yöntemlerinden birisi konumunda bulunmaktadır. Sadece OECD ülkelerinde, nükleer enerji santralleri, yılda 1200 milyon ton karbon dioksit (CO2) gazının salınmasını engellemektedir. Dünyadaki bütün nükleer santralar, fosil yakıtlı santralarla değiştirilecek olursa, dünya enerji sektöründen kaynaklanan CO2 salınım oranlarında, yaklaşık %8 artış olacaktır.
Nükleer enerji, yerel hava kirliliğine neden olan kükürt ve azot oksit gibi gazların ve tozların salınmalarını da engellemektedir. Bu gazlar ve tozlar, asit yağmurlarına ve solunum yolları hastalıklarına neden olmaktadır.
Nükleer enerjide, üretilen birim elektrik başına oluşan katı
atık miktarları, herhangi diğer fosil yakıtlı kaynaklara
oranla çok daha düşük bulunmaktadır. Aslında, nükleer enerji
üretimi sonucunda oluşan katı atık miktarları, güneş enerji
gibi yenilenebilir enerji kaynakları sonucunda oluşan katı
atık miktarlarıyla aynı düzeyde bulunmaktadır (bakınız Şekil
5).
Diğer yandan, nükleer enerjinin, aşırı küresel ısınmayı
engelleme yönünde katkı sağlayabilmesi için, nükleer üretim
kapasitesinin çok büyük oranda genişlemesi gerekmektedir.
Günümüzde, nükleer enerji dünya elektrik üretiminin sadece
bir kısmını karşılamaktadır ve elektrik üretimi de enerji
sektörünün sadece bir alt kolunu oluşturmaktadır. Şu anki
tahminler ışığında, 2100 yılına kadar kurulu nükleer enerji
kapasitesi 10 katına dahi çıksa, bugün ki birincil enerji
kaynakları arasındaki %7’lik payı, en fazla %25’e çıkacaktır
ve bu zaman aralığında beklenen birikimli (kümülatif) karbon
salınımlarının sadece yaklaşık %15’ini engelleyebilecektir.
fakat, bu nükleer kapasite artışı mevcut teknolojiler
temelinde gerçekleşecek olursa, birikmekte olan ışınetkin
(radyoaktif) atıkların hacimlerinde de dikkate değer bir
artış gerçekleşeceğini de unutmamak gerekmektedir.
Özetle söylemek gerekirse, nükleer enerji, dünya enerji
talebine yönelik öngörülen artışın karşılanmasına katkı
sağlayabilecek seçeneklerden birisidir ve bunu yaparken de
nerdeyse hemen hemen hiç sera gazı etkisine sebebi olan
karbon salınımına sebep olmamaktadır. Fakat, etkin ve kabul
edilebilir olabilmesi için, ileri tasarım reaktör
teknolojilerine ve yakıtın yeniden-çevrime sokulduğu
stratejilere ihtiyaç bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu yüzyıl
boyunca, mevcut hafif sulu reaktörlerden oluşan ticari
reaktör filosunun, hızlı-üretken reaktörler gibi yakıt
geri-çevrimini de içeren ileri teknolojilerle değiştirilmesi
gerekmektedir. Böyle bir değişim, çok önemli boyutlarda
yatırım gerektirmektedir. Fakat yinede bu yatırım ihtiyacı
büyük oranda, küresel ısınmayı sınırlandıracak şekilde artan
enerji ihtiyacını karşılamak üzere diğer enerji üretim
stratejilere yapılması gereken yatırımdan fazla değildir.
Ayrıca, hızlı-üretken reaktör teknolojisinin daha henüz
ticarileştirilemediğini de belirtmek gerekmektedir.
Atıkların Ömrü
Yüksek seviyeli atıklar, hacimleri küçük de olsa, uzun
süreler ışınetkin (radyoaktif) kalabilmektedir. Derin
jeolojik depolama alanları konusunda araştırmalar son birkaç
on yıldır gerçekleştirilmektedir. Uzman görüşü, bunların çok
yüksek güvenilirlik standartlarında inşa edilmesine herhangi
bir teknik engelin bulunmadığı yönündedir. Özellikle
Finlandiya ve ABD’de bu konu ile ilgili bazı gelişmeler
bulunmaktaysa da, daha henüz bir nihai depolama alanı
işletmeye alınabilmiş değildir. Dolayısıyla, yüksek seviyeli
atıkların nihai olarak depolanması, nükleer enerjinin
sürdürülebilirliği özelliğini tehdit eden bir unsur olarak
hali hazırda ortada durmaktadır.
İleri yakıt çevrimleri ve kullanılmış yakıt atıkların
işlenmesi üzerine gerçekleştirilen araştırma ve geliştirme
çalışmaları, atıkların hacimlerini ve bunların nihai olarak
depolanması gereken süreleri azaltmaya yönelik gelecek vaat
eden sonuçlar ortaya çıkartmaktadır. Fakat yinede, bu
çalışmaların sonuçlarının daha önümüzdeki birkaç on yıl
boyunca ticari ölçekte mevcut hale gelemeyeceği
görülmektedir.
Sosyal Boyut
Teknik Altyapı ve İşsizlik
Teknolojiyi oluşturan ve bunu koruyan insandır. Bu açıdan
nükleer enerji, 20 yüzyılın bilimsel ve teknolojik
gelişmelerinden kaynaklanan bazı özel niteliklere sahip
bulunmaktadır. Nükleer tesislerin yüksek maliyet
gereksinimi, büyük oranda bilim ve teknoloji ile alakalı
bulunmaktadır. Nükleer teknolojinin güvenliğinin
sürdürülmesi ve sürekli olarak geliştirilmesi gerekmektedir.
Nükleer endüstri, diğer birçok enerji ve
imalat endüstrilerine kıyasla daha yüksek oranlarda
yetişmiş, vasıflı, eğitimli insanları istihdam etmektedir.
Vasıflı insanlar, her ne kadar politik müdahalelere karşı
savunmasız da olsalar, önemli toplumsal sermayelerdir.
Vasıflı insanlar, endüstrinin ihtiyaç duyduğu sürekli
performans iyileştirmelerin temelini oluşturmaktadır (hatta
bazı durumlarda bunların da ötesinde öneme sahiptirler).
Nükleer enerjinin sürdürülebilirliği, vasıflı insan
kaynaklarını da içeren, karmaşık ve pahalı bir altyapının
varlığı ile sağlanabilmektedir. Bu karmaşık ve pahalı
altyapı, toplumsal sermayenin özünü oluşturmaktadır. Bu
altyapı kaybolacak olursa, bunu ucuz ve çabuk bir şekilde
tekrar yerine koymak çok çok zor bulunmaktadır.
Yan Etkiler
Nükleer enerjiyi desteklemek için oluşturulacak teknik ve
entelektüel altyapıyı sağlamak, sürdürmek ve geliştirmek,
birçok yan faydayı da topluma kazandırmaktadır. Diğer çok
ileri teknolojilerde de olduğu gibi, nükleer enerji,
geçmişte, yeni malzemelerin, tekniklerin ve becerilerin
geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu geliştirme
faaliyetlerinin, tıp, imalat, toplum sağlığı ve tarım gibi
birçok diğer sektöre faydalı yan etkileri olmuştur ve önemli
ekonomik fayda sağlamıştır.
Toplumsal Hususlar
Bütün enerji teknolojileri, toplumsal kaygı kaynağı olma
eğilimi göstermekte ve hatta anlaşmazlık ve çatışma sebebi
haline gelebilmektedir. Nükleer enerji söz konusu oluğunda,
bütün kaygılar, güvenlik, silahsızlanma ve atıkların nihai
depolanması sorunları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Kömür kendi
derin çatışma ve toplumsal uzlaşmazlık tarihine sahip
bulunmaktadır. Petrol de yine aynı şekilde, hem de
uluslararası boyutta olmak üzere önemli bir anlaşmazlık
geçmişine sahip bulunmaktadır. Yenilenebilir enerji
kaynaklarının kullanılması bile, son günlerde, dikkatli
incelemeye tabi tutulur hale gelmiştir ve zorla kurulmaları
ve çok büyük boyutlarda saha talep etmeleri, insanların
muhalefetine yol açmaktadır. Büyük hidroelektrik projeleri,
global ölçekte muhalefetle karşı karşıya kalmaktadır ve
bunun sebebi de büyük alanları su altında bırakan sosyal ve
çevresel etkileridir.
Nükleer Santrallerden
Kaynaklanacak Riskler
Herhangi diğer önemli bir sanayi tesisi gibi, bütün
önlemlere rağmen, nükleer enerji santralleri çalışanlara,
santral yakın çevresinde yaşayanlara ve Çernobil gibi çok
ciddi kazalar sonucunda da santralın uzağında yaşayan
insanlara yönelik riskler içermektedir. Genellikle, bu
riskler;
Normal işletme sırasında ve
Kaza sonucunda
oluşan radyolojik etkileri bağlamında analiz edilmektedir.
Yüksek oranda vasıflı çalışanlar, güçlü işletme yöntemleri
ve çok sıkı lisanslama otoritesi denetimleri dikkate
alındığında, endüstriyel güvenlik bakış açısından, nükleer
enerji nispeten güvenli bulunmaktadır. Örneğin, 2000 yılına
ait ABD’deki veriler göstermiştir ki, 200000 işçi-saat
çalışma başına nükleer santralarda 0.26 kaza meydana
gelmektedir ve bu ABD çapında işyeri kaza ortalamasının 3.0
olduğu dikkate alındığından, oldukça düşük bulunmaktadır.
Normal İşletmeden Kaynaklanan Riskler
Normal işletmeden kaynaklanan riskler, santralın gün ve gün
hem havaya hem de suya saldığı ışınetkin (radyoaktif)
boşaltma atığı maddelerden kaynaklanmaktadır. Bu boşaltma
atıkları, bütün OECD ülkelerinde, ilgili denetleme
otoriteleri tarafından çok sıkı bir şekilde kontrol altında
tutulmaktadır. Bu boşaltma atıkları, ayrıca, OSPAR (Kuzey
Atlantik, Denizcilikle İlgili Doğal Çevrenin Korunması
Konvansiyonu) gibi uluslararası anlaşmaların da konusu
olmuştur. OSPAR, ülkelerin bakanlıkları düzeyinde mutabakata
varılmış en güncel anlaşmalardan bir tanesidir ve 1998
yılında Sintra, Portekiz'de mutabakat sağlanmıştır. Bu
anlaşma, tarafları, deniz ortamına yapılan boşaltmalar
yüzünden canlıların maruz kaldıkları ilave ışınetkin madde
yükünü azaltmaya çağırmaktadır. Salınımları 2020 yılına
kadar “sıfıra çok yakın” seviyelere indirilmesini
öngörmektedir.
Prensip olarak, bu tür boşaltma atıkları, insan yiyecek
çevrimlerini etkileyebilmektedir (örneğin kabuklu deniz
hayvanlarının tüketimi yoluyla) ve çevre halka tehlike arz
edebilmektedir. Nükleer santralın yakınlarında yaşayıp da,
düşük seviyeli boşaltma atıkları tarafından olumsuz
etkilenecek "büyük miktarlarda deniz ürünleri tüketen"
insanlarla ilgili olasılık hesapları yapılmaktadır. Bu
hesaplara göre, kuramsal olarak risk altında olan insanlar
için, yılda milyonda bir seviyelerinde, çok küçük risk
değerleri hesaplanmıştır.
Kazalardan Kaynaklanan Riskler
Kazalardan kaynaklanacak risklerin tahmini çok daha zor
bulunmaktadır. Çünkü hem her türlü nükleer kazalar çok nadir
gerçekleşen olaylardır ve hem de bunların etkileri geniş bir
aralıkta değişebilmektedir.
Daha önceki çalışmalar sırasında, bir kazanın gidişatı sırasında, modern bir nükleer enerji santralına yerleştirilmiş koruma engellerinin zarar görme, işlevini yapamama ve farklı miktarlarda ışınetkin madde salınımlarına neden olma şanslarına ilişkin tahminler yapılmıştır. Geçmiş yıllarda meydana gelen Three Mile Island ve Çernobil kazalardan alınan dersler ışığında düzgün bir şekilde iyileştirilmiş modern bir nükleer santralde, böyle bir kazanın gerçekleşme olasılıklarının tipik olarak yılda yüz binde bir olduğu hesaplanmıştır. Gelecekte işletmeye alınması planlanan reaktör tasarımlarında, ciddi kaza gerçekleşme olasılıkları, yılda milyonda bir gibi çok daha da düşük bulunmaktadır. Bunun sebebi, ileri reaktör tasarımlarında, ciddi kazaların çok daha belirgin bir şekilde ele alınmasıdır.
Bütün bu rakamlar dikkate alınsa bile, gerçekleşecek herhangi büyük bir nükleer kazanın çok önemli etkilerinin olacağını da belirtmek gerekmektedir. Bunlar arasında, insanların yaşamını yitirmesi (hatta kazadan yıllar sonra yaşamlarını yitirmeleri de dahil), belirli bir kara parçasının üzerinde yaşanmaz hale gelmesi veya tarım faaliyetleri açılarından kullanılamaz hale gelmesi, büyük miktarlarda elektrik üretim kapasitesinin kaybı gibi etkiler bulunmaktadır. Bu etkilerden her biri toplum üzerinde ciddi olumsuz etkilere sahip bulunmaktadır.
Nükleer enerjinin potansiyel risklerini dikkate alırken,
bunu toplumun artan enerji taleplerini karşılama bağlamında
değerlendirmek gerekmektedir. Farklı enerji üretim
yöntemlerinden kaynaklanacak potansiyel riskler
incelendiğinde, nükleer enerjiden kaynaklanacak çevresel ve
halk sağlığı risklerinin diğer fosil yakıtlılara oranla daha
küçük olduğu görülmektedir (bakınız Şekil 6).
Ayrıca daha geniş bir bakış açısıyla, uzak ülkelerden
sağlanamaya çalışılan ithal yakıtlara yüksek oranlarda
bağımlılık gibi elle tutulamaz riskleri de dikkate almak
gerekmektedir. Bu yakıtların herhangi bir sebep yüzünden
kesilmesi durumunda, önemli boyutlarda ekonomik karmaşanın
oluşabileceğini de düşünmek gerekmektedir.
Dahası, büyük oranda küresel ısınmaya katkı yaptığına
inanılan fosil enerji kaynakları, buzulların erimesi ve
deniz seviyelerinin yükselmesi vasıtasıyla, bazı ülkelerde
deniz kıyısındaki şehirlerin yerleşilemez hale gelmesine
sebep olması gibi çok ciddi sonuçları beraber getireceğini
de hesaba katmak gerekmektedir.
Her türlü nükleer tesis, terör faaliyetlerinin potansiyel
hedeflerinden birisidir. Fakat, diğer endüstriyel
faaliyetlerden farklı olarak, nükleer enerji santrallerinde,
bu potansiyel tehdide karşı aktif önlemler alınmaktadır.
Yine de, mükemmel güvenliğin hiçbir zaman garanti
edilemeyeceğini de bilmek gerekmektedir. Bu çeşit bir riski
ölçmek ve hatta tanımlamak çok çok zor bir iştir. Diğer
yandan, nükleer enerji santralleri, kendi doğaları gereği
sağlam olarak inşa edildiklerinden, birçok koruma
sistemlerine sahip olduklarından, genellikle uzak bölgelere
inşa edildiklerinden ve santral girişlerinde ve çevresinde
güvenlik güçleri konumlandırıldığından, böyle terörist
saldırılar için çekici olmayan ve aslında da denemeye değer
olmayan özelliklere sahip bulunmaktadır.
Sonuçta, kendilerini ilgilendiren belirli risklerin derecesi
konusundaki değerlendirmeyi ancak kişilerin kendileri
yapabilecektir. Dolayısıyla, karşılaştırmalı risk değerleri,
sadece sınırlı öneme sahip bulunmaktadır ve bu değerler,
aslında, farklı konuları oranlamaktan başka bir şey
değildir. Bizlere dünyanın risklerle dolu bir yer olduğunu
ve mevcut bütün elektrik üretim yöntemlerinin riskler
taşıdığını hatırlatmaktadır.
Sürdürülebilir kalkınmanın sosyal yönü, sadece ve sadece
halkın endişelerine cevap vermek ve halkın güvenini sağlamak
suretiyle karşılanabilecektir. Nükleer enerji ve alternatif
kaynaklardan elektrik üretimini ile ilgili gündeme taşınan
farklı fakat aslında benzer sosyal, etik ve politik
hususların beraberce ve birbirleri ile karşılaştırmalı
olarak gündeme getirilmesi ve değerlendirilmesi önem
taşımaktadır.
Sürdürülebilir kalkınmanın yukarıda açıklanan sosyal,
ekonomik ve çevresel boyutları bakış açısıyla
değerlendirmeler yapıldığında, nükleer enerjinin,
sürdürülebilir kalkınmanın birçok gereğini sağlarken,
dünyanın gelecekteki enerji ihtiyacını karşılamada önemli
bir potansiyele sahip olduğu görülmektedir.
Sürdürülebilirliğin üç boyutu arasındaki toplam politik
kazançlar ve kayıplar, doğal olarak, ülkeden ülkeye
değişecektir. Bu kayıp-kazanç arasındaki fark, kaçınılmaz
olarak, alınan kararları, halkın kaygılarına cevap verme
yöntemlerini, ve halkın nükleer enerjiye duyacağı güvenini
yakından etkileyecektir.
KAYNAKLAR
Royal Academy of Engineering, Nuclear Energy: The Future Climate, London:The Royal Society, 1999.
Nakicenovic, Nebojsa; Grübler, Arnulf; and McDonald, Alan, eds., Global Energy Perspectives. Cambridge: Cambridge University Pres, 1998.
NEA, Uranium 2001: Resources, Production and Demand, Paris: OECD, 2002.
NEA, Nuclear Energy in a Sustainable Development Perspective, Paris: OECD, 2000.
IAEA, "Sustainable Energy Development", IAEA Bitiktin Vol. 42, No. 2, 2000.
NEA, Nuclear Power and Climate Change, Paris: OECD, 1998.
NEA, Nuclear Energy and the Kyoto Protocol, Paris: OECD, 2002.
NEA, Broad Impact of Nuclear Power, Paris: OECD, 1993.
NEA, Spin-off Technologies Developed Through Nuclear Activities, Paris: OECD, 1993.
NEA,
Nuclear Education and Training: Cause for Concern?,
Paris: OECD, 2000.
"Nuclear Energy Today" isimli OECD Nükleer Enerji Ajansı Dokümanından Tercüme Eden ve Düzenleyen: BENAN BAŞOĞLU