NÜKLEER ENERJİ DÜNYASI

Maddeden Gelen Enerji

NÜKLEER ENERJİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA

Birbirleri ile rekabet halinde olan farklı enerji kaynaklarının çevresel etkilerine yönelik artan kaygılara rağmen, dünya enerji talebinin hızlı bir şekilde büyümesi beklenmektedir.

Farklı enerji kaynaklarının sürdürülebilirliği konusu daha da önem kazanır görünmektedir. Bu kapsamda, karbon üretmeyen bir elektrik ve ısı üretim yöntemi olması ve kaynak güvenliği sağlaması gibi nedenlerden dolayı, nükleer enerjinin bazı avantajları bulunmaktadır.

 


Enerji Talebi

 

Ekonomik gelişme ve nüfus artışı nedenleriyle, dünya enerji talebi artmaya devam edecektir (bakınız Şekil 1). Bu artışın çok büyük bir çoğunluğu da gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşecektir. Çünkü bu ülkeler, artan nüfuslarının yaşam standartlarını arttırmak için çabalamaktadır. 1998 yılında, Uygulamalı Sistem Analizi Uluslararası Enstitüsü (IIASA) ve Dünya Enerji Konseyi; 2050 yılına kadar, dünya çapında enerji talebinin büyük olasılıkla 1.5-3.0 kat artacağı sonucuna varmıştır.


İngiliz Kraliyet Topluluğu ve Kraliyet Mühendislik Akademisinin 1999 yılında yayınladığı raporda, önümüzdeki 100 yıl boyunca dünya enerji tüketiminin aşağıdaki gibi olacağı sonucuna ulaşılmıştır:


“…Önümüzdeki 50 yıl boyunca en azından iki misli artacaktır. Önümüzdeki 100 yıl boyunca, dünya nüfusunun da artması ve insanların kendi yaşam standartlarını iyileştirme arayışları ile beraber, 5 kata kadar artacaktır... “


Şekil 1. 2100’e Kadar Enerji Talep Tahminleri
Kaynak: IIASA. Global Energy Perspectives (Cambridge: Cambridge University Pres, 1998).



Dünya çapında iki milyar insanın halen elektriğe ulaşımı bulunmamaktadır. Bir o kadar insan da halen mutfak ihtiyaçları için geleneksel katı yakıtları kullanmaktadır.

Dünya Enerji Değerlendirmesi, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, 2000.

Gelecek nesilleri aşırı derece etkilemeden, toplumun artarak devam etmekte olan bugünkü ihtiyaç ve isteklerine cevap verebilmek, önemli bir uğraş gerektirmektedir.


Nükleer Enerji ve Sürdürülebilir Kalkınma

Enerji, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili politikaların önemli bir bileşenidir. Çünkü, enerji insan faaliyetleri ve ekonomik büyüme için hayati önem taşımaktadır.

Bugünkü enerji temin etme teknolojilerinin sürdürülebilir olmadığı görüşü, şimdilerde artan bir şekilde hâkim hale gelmektedir. Nükleer enerjinin ne boyutta sürdürülebilir olduğunun gösterilmesi, bu enerji kaynağının gelecekte enerji arz yelpazesindeki yerini belirlemede önemli bir rol oynayacaktır.


Şekil 2. Nükleer Enerji ile İlgili Sürdürülebilir Kalkınma Unsurları

 

Sürdürülebilirlik, geleneksel olarak 3 farklı boyutta tartışıla gelmektedir. Bunlar: ekonomik, çevresel ve sosyal boyutlardır. (bakınız Şekil 2):


Ekonomik Boyut

Nükleer enerjinin mikro-ekonomik yönleri, “Ekonomik ve İdari Konular” ana başlığı altındaki “Nükleer Enerjinin Ekonomisi” başlıklı makalede incelenmiştir. Aşağıda, nükleer enerjin makro-ekonomisi üzerinde yoğunlaşılacaktır.

Enerji Kaynaklarının Çeşitliliği ve Güvenliği

Petrol ve doğal gaz oldukça sınırlı bir coğrafi alanda mevcut bulunmaktadır. Orta Doğu ülkeleri ve Rusya, dünya ham petrol rezervlerinin %70’ini, doğal gazın da üçte ikisini kontrol etmektedir. Özellikle bu ürünleri sağlayan bölgelerde bazen ortaya çıkan politik kararsızlıkları bir kenara bırakacak olursak, bu bölgeler ile ana pazarlar arasındaki uzun arz mesafeleri, politik sebeplerden dolayı kaynağın kesilmesine karşı kırılganlık ortaya çıkartmaktadır.

Nükleer enerjide ise durum daha farklı bulunmaktadır. OECD ülkeleri dünya uranyum üretiminin %55’ini sağlamaktadır ve yine bilinen uranyum rezervlerinin %40’ı bu ülkelerinde bulunmaktadır. OECD ülkeleri ayrıca, doğal uranyumu, son ürün nükleer yakıta çeviren önemli hizmetler açısından da kendi kendine yeterli bulunmaktadır. OECD ülkelerinin doğal gaz rezervlerinin sadece %12’sine, kömür rezervlerinin de %40’ına sahip olduğunu da belirtmek gerekmektedir.

Fosil kaynakların aksine nükleer yakıt ve diğer nükleer maddeler; yoğun, az yer kaplayan, kolaylıkla stoklanabilen ve büyük miktarları nispeten az bir maliyetle saklanabilen bir özelliğe sahip bulunmaktadır. Yaklaşık 25 tonluk yakıt demetleri, 1 GWe’lik basınçlı su reaktörlerinde 1 yıllık yakıtı oluşturmaktadır. Benzer çıkış gücüne sahip bir kömür santralında yılda 3 milyon ton kömüre ihtiyaç duyulmaktadır ve bu 100,000 kere daha fazla bir miktardır.

Bir ülkenin artan enerji yönünden dış kaynaklara bağımlılığı, herhangi bir krizin maliyet ve ekonomik sonuçlarını da beraberinde taşımaktadır. Dış kaynaklara bağımlılığı azaltan herhangi bir enerji kaynağı, enerji kaynak güvenliliğini arttırıyor anlamı taşımaktadır. Bu da sonuç olarak ülkenin güvenliğini arttırıyor anlamı taşımaktadır. Bütün OECD ülkelerinde, güvenlik, her zaman enerji politikalarının önemli bir hedefi olagelmiştir.

Ödemeler Dengesi

Nükleer enerjinin, rekabet edebilir bulunduğu varsayımıyla, ticaret dengesine iki olumlu etki sağladığı görülmüştür:

  • İlki, çok küçük miktarlardaki ve düşük maliyetlerdeki uranyumu ithal etmek, nispeten büyük miktarlardaki ve yüksek maliyetlerdeki kömür, doğal gaz ve petrolü ithal etmekten çok daha çekici bulunmaktadır.

  • İkincisi, nükleer enerji üretimini desteklemek amacıyla ileri teknoloji altyapısının kurulması ve bu altyapının genişletilmesi, teknoloji transferine yardımcı olmaktadır.

 

Doğrudan Maliyet Tasarrufu

Sürdürülebilir kalkınma açısından önem taşıyan hususlardan bir tanesi, güvenilir ve düşük-maliyette elektriğin sağlanma yeteneğidir. Nükleer enerji, uzun vadede diğer ana elektrik üretim yöntemleri ile maliyet açısından rekabet edebilir hale gelebilmektedir. Özellikle;

  • Farklı enerji üretim teknolojilerinin çevresel dış maliyetlerinin içleştirilip, bu maliyetlerin toplam üretim maliyetlerine eklenmesi,

  • Sosyal kabulün sağlanması, ve

  • Enerji kaynaklarının çeşitlendirmesi ve kaynak güvenliğinin sağlanması,

ile ilgili politik kararların alınması ve alınan bu kararlara yönelik uygulamaların başlatılması, nükleer enerjinin rekabet edebilirliğini daha da arttırmaktadır.

Kısa vadede, nükleer enerjinin rekabet edebilirliği, özellikle fiyat dalgalanmaları eğilimine sahip fosil kaynakların fiyatlarına bağlı olacak şekilde, ülkeden ülkeye değişmektedir.

Fiyatlarda Kararlılık

Fosil yakıtlı elektrik üretiminde, yakıt maliyetleri, toplam elektrik fiyatlarının önemli bir bileşenini oluşturmaktadır. Sonuç olarak, fosil yakıt fiyatlarındaki dalgalanma eğilimi, kendini elektrik fiyatlarında dalgalanmalar olarak göstermektedir (bakınız Şekil 3). Bu husus, özellikle rekabetçi piyasalar için daha da geçerli bulunmaktadır.

Nükleer elektrik üretimindeki düşük yakıt ve yüksek sabit maliyet bileşenleri, elektrik fiyatlarına potansiyel olarak dengeleyici bir etki yapmaktadır.


Şekil 3. Fosil Kaynaklarda Tarihsel Fiyat Dalgalanmaları

 

Not: “Gerçek” fiyat indeksleri ülkelerin kendi para birimlerinden kaynaklanan fiyatlar kullanılarak hesaplanmaktadır ve bu değerler sanayi sektörü için ülkeye özgü üretici fiyat indekslerine, normal halk için de tüketici fiyat indeksine bölünmektedir. Yukarıdaki grafikte baz yıl olarak 1995 alınmıştır.
Kaynak: IEA, Energy Prices and Taxeds (Paris: IEA, Second Quater 2002).

Genellikle, farklı enerji kaynaklarının olabildiğince geniş bir aralıkta mevcut olması ve kullanılması, herhangi bir yakıt kaynağına olan talep basıncını azaltma eğilimi taşımaktadır ve dolayısıyla makro-ekonomik kararlılığa potansiyel katkı sağlamaktadır.


Çevresel Boyut

Uranyum kaynakları ekonomik çekicilikleri ve mevcudiyetlerine olan güven temelinde sınıflandırılmaktadır. Mevcut bulunduğu bilinen kaynaklar ve geleneksel madencilik teknikleri ile ucuz bir şekilde çıkartılabilecek kaynaklar; “Bilinen Konvansiyonel Kaynaklar“ olarak adlandırılmaktadır. Bu kaynaklar 2 alt grup olarak sınıflara ayrılmaktadır: Makul Ölçüde Garanti Altına Alınmış Kaynaklar (RAR) ve Tahmini İlave Kaynaklar – Kategori I (EAR-I).

Mevcut bulunduğuna inanılan ve geleneksel madencilik yöntemleriyle çıkartılabilecekleri fiziksel olarak doğrulanmamış kaynaklara da “Keşfedilmemiş Konvansiyonel Kaynaklar” adı verilmektedir. Bunlar Tahmini İlave Kaynaklar – Kategori II (EAR-II)’yi ve spekülatif kaynakları (SR) da içermektedir.

Belirli bir malzemenin çevresel açıdan sürdürülebilir olması, rezervlerin yeterli olması ve çevreye doğrudan olan etkileri gibi şartlar dahilinde tanımlanmaktadır.


Kaynakların Mevcudiyeti

Uranyum yer kabuğunda ve okyanuslarda büyük ölçüde dağınık halde bulunmaktadır. Dünyada gümüş atomlarından daha fazla uranyum atomu bulunmaktadır. 2001 yılı başı itibariyle, tahmini konvansiyonel uranyum kaynakları (bilinen ve daha keşfedilmemiş) toplam 16 milyon ton çıvarında bulunmaktadır. Mevcut kullanım hızı dikkate alındığında yaklaşık 250 yıllık kaynak bulunduğu söylenebilir.

Bunlara ek olarak, konvansiyonel olmayan, yani uranyumun düşük konsantrasyonlarda bulunduğu ve ayrıca uranyum bir yan ürün olarak elde edilebildiği kaynaklar da mevcuttur. Fosfat tortularında bulunan bu konvansiyonel olmayan uranyum kaynaklarının miktarı yaklaşık 22 milyon ton civarındadır. Ayrıca 4000 milyon ton civarında uranyumun da deniz suyunda bulunduğu bilinmektedir. Araştırmalar, deniz suyundaki uranyumun da ayrıştırılabileceğinin işaretlerini göstermektedir, fakat bu işlem daha henüz sadece laboratuar ölçeğinde gerçekleştirilebilmektedir. Bu işlemin maliyeti de, normal uranyum madenlerinden elde edilenlere oranla daha henüz yaklaşık 5-10 kat daha yüksek bulunmaktadır.

Bununla birlikte, uzun vadede, doğal uranyumun yeterli olup olmayacağı, reaktör teknolojilerine ve benimsenen yakıt çevrimi stratejilerine bağlı olacaktır. Mevcut hafif sulu reaktör teknolojilerinden çıkan kullanılmış yakıtın yeniden işlenmesi, prensipte, uranyum talebini %10-15 oranlarında azaltacaktır.

Dahası, gelecekte, hızlı reaktörler de ticari reaktörler arasına katılacak olursa, yakıt verimi daha da artacaktır. Hızlı reaktörler, mevcut reaktörlerin yerini alabilirse, kullanılmış yakıtın yeniden işlenmesi ile beraber mevcut uranyum kaynaklarının 50 kat daha verimli kullanılması sağlanabilecektir.

Şu anda sadece hayal edilen diğer bazı ileri teknolojiler, beklide ileride toryumun uranyuma dönüştürülerek kullanılmasını sağlayabilecektir. Özellikle, büyük toryum rezervlerine sahip Hindistan bugün toryumu, uranyuma dönüştürerek kullanmaya yönelik deneysel ölçekte çalışmalar yapmaktadır.

Gerçekte aslında, nükleer enerjiyi, sınırlı kaynağa sahip olarak görmek mümkün değildir.

Doğrudan Çevresel Etki

Nükleer enerji, havayı kirleten veya sera etkisine sebep olan gazları neredeyse hiç salmayan az sayıdaki enerji kaynaklarından bir tanesidir. Uranyum madenciliğini ve nükleer santral inşasını da içeren bütün nükleer yakıt çevrimi aşamaları, üretilen kWsaat enerji başına, 2.5 ile 6 gram arasında karbonun atmosfere bırakılmasına neden olmaktadır. Bu, rüzgar, hidroelektrik ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı sonucunda oluşacak tahmini karbon salınımlarına (emisyonlarına) yaklaşık olarak eşit bulunmaktadır. Ayrıca fosil kaynaklar arasında en temizi olarak bilinen doğal gaz kullanımı sonucunda salınacak karbon miktarından 20-75 kat arası daha az bulunmaktadır.


Şekil 4. Farklı Enerji Üretim Yöntemlerinden Kaynaklanan Sera Gazı Salınım Değerleri
Kaynak: IAEA

 

Hava kirliliği yılda 2.7-3.0 milyon prematüre bebek ölümlerine sebep olmaktadır veya dünya çapındaki ölümlerin %5-6'sının sebebidir.

Dünya Sağlık Teşkilatı, 1997.

Dolayısıyla, nükleer enerji, karbonun atmosfere salınımının sınırlandırılması amacı ile uyumlu enerji üretim yöntemlerinden birisi konumunda bulunmaktadır. Sadece OECD ülkelerinde, nükleer enerji santralleri, yılda 1200 milyon ton karbon dioksit (CO2) gazının salınmasını engellemektedir. Dünyadaki bütün nükleer santralar, fosil yakıtlı santralarla değiştirilecek olursa, dünya enerji sektöründen kaynaklanan CO2 salınım oranlarında, yaklaşık %8 artış olacaktır.

Nükleer enerji, yerel hava kirliliğine neden olan kükürt ve azot oksit gibi gazların ve tozların salınmalarını da engellemektedir. Bu gazlar ve tozlar, asit yağmurlarına ve solunum yolları hastalıklarına neden olmaktadır.

Nükleer enerjide, üretilen birim elektrik başına oluşan katı atık miktarları, herhangi diğer fosil yakıtlı kaynaklara oranla çok daha düşük bulunmaktadır. Aslında, nükleer enerji üretimi sonucunda oluşan katı atık miktarları, güneş enerji gibi yenilenebilir enerji kaynakları sonucunda oluşan katı atık miktarlarıyla aynı düzeyde bulunmaktadır (bakınız Şekil 5).


Şekil 5. Farklı Yakıt Kaynaklardan Oluşan Toplam Atık Üretim Değerleri
Kaynak: IAEA

 

Diğer yandan, nükleer enerjinin, aşırı küresel ısınmayı engelleme yönünde katkı sağlayabilmesi için, nükleer üretim kapasitesinin çok büyük oranda genişlemesi gerekmektedir. Günümüzde, nükleer enerji dünya elektrik üretiminin sadece bir kısmını karşılamaktadır ve elektrik üretimi de enerji sektörünün sadece bir alt kolunu oluşturmaktadır. Şu anki tahminler ışığında, 2100 yılına kadar kurulu nükleer enerji kapasitesi 10 katına dahi çıksa, bugün ki birincil enerji kaynakları arasındaki %7’lik payı, en fazla %25’e çıkacaktır ve bu zaman aralığında beklenen birikimli (kümülatif) karbon salınımlarının sadece yaklaşık %15’ini engelleyebilecektir. fakat, bu nükleer kapasite artışı mevcut teknolojiler temelinde gerçekleşecek olursa, birikmekte olan ışınetkin (radyoaktif) atıkların hacimlerinde de dikkate değer bir artış gerçekleşeceğini de unutmamak gerekmektedir.

Özetle söylemek gerekirse, nükleer enerji, dünya enerji talebine yönelik öngörülen artışın karşılanmasına katkı sağlayabilecek seçeneklerden birisidir ve bunu yaparken de nerdeyse hemen hemen hiç sera gazı etkisine sebebi olan karbon salınımına sebep olmamaktadır. Fakat, etkin ve kabul edilebilir olabilmesi için, ileri tasarım reaktör teknolojilerine ve yakıtın yeniden-çevrime sokulduğu stratejilere ihtiyaç bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu yüzyıl boyunca, mevcut hafif sulu reaktörlerden oluşan ticari reaktör filosunun, hızlı-üretken reaktörler gibi yakıt geri-çevrimini de içeren ileri teknolojilerle değiştirilmesi gerekmektedir. Böyle bir değişim, çok önemli boyutlarda yatırım gerektirmektedir. Fakat yinede bu yatırım ihtiyacı büyük oranda, küresel ısınmayı sınırlandıracak şekilde artan enerji ihtiyacını karşılamak üzere diğer enerji üretim stratejilere yapılması gereken yatırımdan fazla değildir. Ayrıca, hızlı-üretken reaktör teknolojisinin daha henüz ticarileştirilemediğini de belirtmek gerekmektedir.

Atıkların Ömrü

Yüksek seviyeli atıklar, hacimleri küçük de olsa, uzun süreler ışınetkin (radyoaktif) kalabilmektedir. Derin jeolojik depolama alanları konusunda araştırmalar son birkaç on yıldır gerçekleştirilmektedir. Uzman görüşü, bunların çok yüksek güvenilirlik standartlarında inşa edilmesine herhangi bir teknik engelin bulunmadığı yönündedir. Özellikle Finlandiya ve ABD’de bu konu ile ilgili bazı gelişmeler bulunmaktaysa da, daha henüz bir nihai depolama alanı işletmeye alınabilmiş değildir. Dolayısıyla, yüksek seviyeli atıkların nihai olarak depolanması, nükleer enerjinin sürdürülebilirliği özelliğini tehdit eden bir unsur olarak hali hazırda ortada durmaktadır.

İleri yakıt çevrimleri ve kullanılmış yakıt atıkların işlenmesi üzerine gerçekleştirilen araştırma ve geliştirme çalışmaları, atıkların hacimlerini ve bunların nihai olarak depolanması gereken süreleri azaltmaya yönelik gelecek vaat eden sonuçlar ortaya çıkartmaktadır. Fakat yinede, bu çalışmaların sonuçlarının daha önümüzdeki birkaç on yıl boyunca ticari ölçekte mevcut hale gelemeyeceği görülmektedir.

Sosyal Boyut

Teknik Altyapı ve İşsizlik

Teknolojiyi oluşturan ve bunu koruyan insandır. Bu açıdan nükleer enerji, 20 yüzyılın bilimsel ve teknolojik gelişmelerinden kaynaklanan bazı özel niteliklere sahip bulunmaktadır. Nükleer tesislerin yüksek maliyet gereksinimi, büyük oranda bilim ve teknoloji ile alakalı bulunmaktadır. Nükleer teknolojinin güvenliğinin sürdürülmesi ve sürekli olarak geliştirilmesi gerekmektedir.

Nükleer endüstri, diğer birçok enerji ve imalat endüstrilerine kıyasla daha yüksek oranlarda yetişmiş, vasıflı, eğitimli insanları istihdam etmektedir. Vasıflı insanlar, her ne kadar politik müdahalelere karşı savunmasız da olsalar, önemli toplumsal sermayelerdir. Vasıflı insanlar, endüstrinin ihtiyaç duyduğu sürekli performans iyileştirmelerin temelini oluşturmaktadır (hatta bazı durumlarda bunların da ötesinde öneme sahiptirler).

Nükleer enerjinin sürdürülebilirliği, vasıflı insan kaynaklarını da içeren, karmaşık ve pahalı bir altyapının varlığı ile sağlanabilmektedir. Bu karmaşık ve pahalı altyapı, toplumsal sermayenin özünü oluşturmaktadır. Bu altyapı kaybolacak olursa, bunu ucuz ve çabuk bir şekilde tekrar yerine koymak çok çok zor bulunmaktadır.

Yan Etkiler

Nükleer enerjiyi desteklemek için oluşturulacak teknik ve entelektüel altyapıyı sağlamak, sürdürmek ve geliştirmek, birçok yan faydayı da topluma kazandırmaktadır. Diğer çok ileri teknolojilerde de olduğu gibi, nükleer enerji, geçmişte, yeni malzemelerin, tekniklerin ve becerilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu geliştirme faaliyetlerinin, tıp, imalat, toplum sağlığı ve tarım gibi birçok diğer sektöre faydalı yan etkileri olmuştur ve önemli ekonomik fayda sağlamıştır.

Toplumsal Hususlar

Bütün enerji teknolojileri, toplumsal kaygı kaynağı olma eğilimi göstermekte ve hatta anlaşmazlık ve çatışma sebebi haline gelebilmektedir. Nükleer enerji söz konusu oluğunda, bütün kaygılar, güvenlik, silahsızlanma ve atıkların nihai depolanması sorunları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Kömür kendi derin çatışma ve toplumsal uzlaşmazlık tarihine sahip bulunmaktadır. Petrol de yine aynı şekilde, hem de uluslararası boyutta olmak üzere önemli bir anlaşmazlık geçmişine sahip bulunmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması bile, son günlerde, dikkatli incelemeye tabi tutulur hale gelmiştir ve zorla kurulmaları ve çok büyük boyutlarda saha talep etmeleri, insanların muhalefetine yol açmaktadır. Büyük hidroelektrik projeleri, global ölçekte muhalefetle karşı karşıya kalmaktadır ve bunun sebebi de büyük alanları su altında bırakan sosyal ve çevresel etkileridir.

Nükleer Santrallerden Kaynaklanacak Riskler

Herhangi diğer önemli bir sanayi tesisi gibi, bütün önlemlere rağmen, nükleer enerji santralleri çalışanlara, santral yakın çevresinde yaşayanlara ve Çernobil gibi çok ciddi kazalar sonucunda da santralın uzağında yaşayan insanlara yönelik riskler içermektedir. Genellikle, bu riskler;

  • Normal işletme sırasında ve

  • Kaza sonucunda

oluşan radyolojik etkileri bağlamında analiz edilmektedir. Yüksek oranda vasıflı çalışanlar, güçlü işletme yöntemleri ve çok sıkı lisanslama otoritesi denetimleri dikkate alındığında, endüstriyel güvenlik bakış açısından, nükleer enerji nispeten güvenli bulunmaktadır. Örneğin, 2000 yılına ait ABD’deki veriler göstermiştir ki, 200000 işçi-saat çalışma başına nükleer santralarda 0.26 kaza meydana gelmektedir ve bu ABD çapında işyeri kaza ortalamasının 3.0 olduğu dikkate alındığından, oldukça düşük bulunmaktadır.

Normal İşletmeden Kaynaklanan Riskler

Normal işletmeden kaynaklanan riskler, santralın gün ve gün hem havaya hem de suya saldığı ışınetkin (radyoaktif) boşaltma atığı maddelerden kaynaklanmaktadır. Bu boşaltma atıkları, bütün OECD ülkelerinde, ilgili denetleme otoriteleri tarafından çok sıkı bir şekilde kontrol altında tutulmaktadır. Bu boşaltma atıkları, ayrıca, OSPAR (Kuzey Atlantik, Denizcilikle İlgili Doğal Çevrenin Korunması Konvansiyonu) gibi uluslararası anlaşmaların da konusu olmuştur. OSPAR, ülkelerin bakanlıkları düzeyinde mutabakata varılmış en güncel anlaşmalardan bir tanesidir ve 1998 yılında Sintra, Portekiz'de mutabakat sağlanmıştır. Bu anlaşma, tarafları, deniz ortamına yapılan boşaltmalar yüzünden canlıların maruz kaldıkları ilave ışınetkin madde yükünü azaltmaya çağırmaktadır. Salınımları 2020 yılına kadar “sıfıra çok yakın” seviyelere indirilmesini öngörmektedir.

Prensip olarak, bu tür boşaltma atıkları, insan yiyecek çevrimlerini etkileyebilmektedir (örneğin kabuklu deniz hayvanlarının tüketimi yoluyla) ve çevre halka tehlike arz edebilmektedir. Nükleer santralın yakınlarında yaşayıp da, düşük seviyeli boşaltma atıkları tarafından olumsuz etkilenecek "büyük miktarlarda deniz ürünleri tüketen" insanlarla ilgili olasılık hesapları yapılmaktadır. Bu hesaplara göre, kuramsal olarak risk altında olan insanlar için, yılda milyonda bir seviyelerinde, çok küçük risk değerleri hesaplanmıştır.

Kazalardan Kaynaklanan Riskler

Kazalardan kaynaklanacak risklerin tahmini çok daha zor bulunmaktadır. Çünkü hem her türlü nükleer kazalar çok nadir gerçekleşen olaylardır ve hem de bunların etkileri geniş bir aralıkta değişebilmektedir.

Daha önceki çalışmalar sırasında, bir kazanın gidişatı sırasında, modern bir nükleer enerji santralına yerleştirilmiş koruma engellerinin zarar görme, işlevini yapamama ve farklı miktarlarda ışınetkin madde salınımlarına neden olma şanslarına ilişkin tahminler yapılmıştır. Geçmiş yıllarda meydana gelen Three Mile Island ve Çernobil kazalardan alınan dersler ışığında düzgün bir şekilde iyileştirilmiş modern bir nükleer santralde, böyle bir kazanın gerçekleşme olasılıklarının tipik olarak yılda yüz binde bir olduğu hesaplanmıştır. Gelecekte işletmeye alınması planlanan reaktör tasarımlarında, ciddi kaza gerçekleşme olasılıkları, yılda milyonda bir gibi çok daha da düşük bulunmaktadır. Bunun sebebi, ileri reaktör tasarımlarında, ciddi kazaların çok daha belirgin bir şekilde ele alınmasıdır.

Bütün bu rakamlar dikkate alınsa bile, gerçekleşecek herhangi büyük bir nükleer kazanın çok önemli etkilerinin olacağını da belirtmek gerekmektedir. Bunlar arasında, insanların yaşamını yitirmesi (hatta kazadan yıllar sonra yaşamlarını yitirmeleri de dahil), belirli bir kara parçasının üzerinde yaşanmaz hale gelmesi veya tarım faaliyetleri açılarından kullanılamaz hale gelmesi, büyük miktarlarda elektrik üretim kapasitesinin kaybı gibi etkiler bulunmaktadır. Bu etkilerden her biri toplum üzerinde ciddi olumsuz etkilere sahip bulunmaktadır.

Nükleer enerjinin potansiyel risklerini dikkate alırken, bunu toplumun artan enerji taleplerini karşılama bağlamında değerlendirmek gerekmektedir. Farklı enerji üretim yöntemlerinden kaynaklanacak potansiyel riskler incelendiğinde, nükleer enerjiden kaynaklanacak çevresel ve halk sağlığı risklerinin diğer fosil yakıtlılara oranla daha küçük olduğu görülmektedir (bakınız Şekil 6).



Şekil 6. Enerji sistemleri için Sağlık Risklerinin Karşılaştırılması
Kaynak: “Comparative Assessment of Emissions from Energy Systems”, IAEA Bulletin, 41/1/1999.


Ayrıca daha geniş bir bakış açısıyla, uzak ülkelerden sağlanamaya çalışılan ithal yakıtlara yüksek oranlarda bağımlılık gibi elle tutulamaz riskleri de dikkate almak gerekmektedir. Bu yakıtların herhangi bir sebep yüzünden kesilmesi durumunda, önemli boyutlarda ekonomik karmaşanın oluşabileceğini de düşünmek gerekmektedir.

Dahası, büyük oranda küresel ısınmaya katkı yaptığına inanılan fosil enerji kaynakları, buzulların erimesi ve deniz seviyelerinin yükselmesi vasıtasıyla, bazı ülkelerde deniz kıyısındaki şehirlerin yerleşilemez hale gelmesine sebep olması gibi çok ciddi sonuçları beraber getireceğini de hesaba katmak gerekmektedir.

Her türlü nükleer tesis, terör faaliyetlerinin potansiyel hedeflerinden birisidir. Fakat, diğer endüstriyel faaliyetlerden farklı olarak, nükleer enerji santrallerinde, bu potansiyel tehdide karşı aktif önlemler alınmaktadır. Yine de, mükemmel güvenliğin hiçbir zaman garanti edilemeyeceğini de bilmek gerekmektedir. Bu çeşit bir riski ölçmek ve hatta tanımlamak çok çok zor bir iştir. Diğer yandan, nükleer enerji santralleri, kendi doğaları gereği sağlam olarak inşa edildiklerinden, birçok koruma sistemlerine sahip olduklarından, genellikle uzak bölgelere inşa edildiklerinden ve santral girişlerinde ve çevresinde güvenlik güçleri konumlandırıldığından, böyle terörist saldırılar için çekici olmayan ve aslında da denemeye değer olmayan özelliklere sahip bulunmaktadır.

Sonuçta, kendilerini ilgilendiren belirli risklerin derecesi konusundaki değerlendirmeyi ancak kişilerin kendileri yapabilecektir. Dolayısıyla, karşılaştırmalı risk değerleri, sadece sınırlı öneme sahip bulunmaktadır ve bu değerler, aslında, farklı konuları oranlamaktan başka bir şey değildir. Bizlere dünyanın risklerle dolu bir yer olduğunu ve mevcut bütün elektrik üretim yöntemlerinin riskler taşıdığını hatırlatmaktadır.

Sürdürülebilir kalkınmanın sosyal yönü, sadece ve sadece halkın endişelerine cevap vermek ve halkın güvenini sağlamak suretiyle karşılanabilecektir. Nükleer enerji ve alternatif kaynaklardan elektrik üretimini ile ilgili gündeme taşınan farklı fakat aslında benzer sosyal, etik ve politik hususların beraberce ve birbirleri ile karşılaştırmalı olarak gündeme getirilmesi ve değerlendirilmesi önem taşımaktadır.

Sürdürülebilir kalkınmanın yukarıda açıklanan sosyal, ekonomik ve çevresel boyutları bakış açısıyla değerlendirmeler yapıldığında, nükleer enerjinin, sürdürülebilir kalkınmanın birçok gereğini sağlarken, dünyanın gelecekteki enerji ihtiyacını karşılamada önemli bir potansiyele sahip olduğu görülmektedir.

Sürdürülebilirliğin üç boyutu arasındaki toplam politik kazançlar ve kayıplar, doğal olarak, ülkeden ülkeye değişecektir. Bu kayıp-kazanç arasındaki fark, kaçınılmaz olarak, alınan kararları, halkın kaygılarına cevap verme yöntemlerini, ve halkın nükleer enerjiye duyacağı güvenini yakından etkileyecektir.


KAYNAKLAR


  1. Royal Academy of Engineering, Nuclear Energy: The Future Climate, London:The Royal Society, 1999.

  2. Nakicenovic, Nebojsa; Grübler, Arnulf; and McDonald, Alan, eds., Global Energy Perspectives. Cambridge: Cambridge University Pres, 1998.

  3. NEA, Uranium 2001: Resources, Production and Demand, Paris: OECD, 2002.

  4. NEA, Nuclear Energy in a Sustainable Development Perspective, Paris: OECD, 2000.

  5. IAEA, "Sustainable Energy Development", IAEA Bitiktin Vol. 42, No. 2, 2000.

  6. NEA, Nuclear Power and Climate Change, Paris: OECD, 1998.

  7. NEA, Nuclear Energy and the Kyoto Protocol, Paris: OECD, 2002.

  8. NEA, Broad Impact of Nuclear Power, Paris: OECD, 1993.

  9. NEA, Spin-off Technologies Developed Through Nuclear Activities, Paris: OECD, 1993.

  10. NEA, Nuclear Education and Training: Cause for Concern?, Paris: OECD, 2000.

"Nuclear Energy Today" isimli OECD Nükleer Enerji Ajansı  Dokümanından Tercüme Eden ve Düzenleyen:  BENAN BAŞOĞLU