NÜKLEER ENERJİ DÜNYASI

Maddeden Gelen Enerji

YENİ NÜKLEER SANTRALLERİN FİNANSMANI

NOT: Aşağıdaki doküman, Mart 2011'de meydama gelen Fukushima nükleer santral kazasından önce yayınlandığından, bazı cümleler o kazadan önceki durumu yansıtmaktadır ve günümüzde geçerli olmayabilir .

Önsöz

Son 5 yılda, nükleer enerjinin gelecekte büyüyeceği beklentileri kayda değer bir şekilde artmıştır. Bununla birlikte, nükleer enerjinin hızlı bir şekilde büyüdüğü geçtiğimiz on yıllık periyotlarda, hem elektrik şirketlerinde hem de finansal piyasalarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu nedenlerle, UAEA’nın 2007 yılındaki Genel Kongresinde “enerji ihtiyaçlarını karşılamada bir seçenek olarak nükleer enerjinin finanse edilmesi konusunda uygun bir zamanda bir rapor sağlanması…” bahsinde bulunulmuştur. (GC(51)RES/14 Bölüm B.I)

Bu rapor, söz konusu ihtiyaca cevap vermektedir. Rapor, elektrik şirketlerinde ve finansal piyasalardaki yeni durumu özetlemekte ve Ajansın Nükleer Santral Finansmanı ile ilgili olan mevcut yayınlarına önemli bir güncelleme teşkil etmektedir.

Rapor, temel finansman gereksinimlerinin kısa bir özeti ile başlamakta, ardından nükleer santral finansmanıyla ilgili olarak hem hükümetin hem de sanayinin rolleri, sorumlulukları ve seçenekleri kadar riskin azaltılması (hükümet için) ile birlikte risk yönetimi (sanayi için) konularından bahsetmektedir. Burada bahsedilen risk kavramı, mühendislik ya da güvenlik riskleri değil, finansal ve ticari risklerden ibarettir. Hem hükümet hem de sanayi için, rapor ilk bakışta geleneksel bir yaklaşım gibi gözükmekte ancak hemen ardından bugünün çevresinde nükleer santral finansmanını kolaylaştırabilecek yeni yaklaşım ve seçenekleri açıklamaktadır. Rapor, yeni nükleer yapıların finansmanının bir dizi yöntemle güvenli bir şekilde yapılabileceğini vurgulamaktadır ki bunlar; verimli risk tahsisi ve kredi geri ödemelerinde güvence sağlanması kadar sermaye üzerinden getirilerin de finansman planının gerekli bir parçası olmasıdır. İyi proje yönetimi ve dikkatli bir şekilde sözleşme yapma; ideal durumda tarafların verilen riski en iyi şekilde yönetip, kontrol edebildiği ticari risk tahsisinde kilit unsurlardır.

Raporun UAEA tarafından hazırlanan bir taslağı, yorumları alınmak üzere Asya Gelişim Bankası, Avrupa Yeniden Yapılanma ve Gelişim Bankası, OECD Nükleer Enerji Ajansı, Dünya Bankası, Dünya Nükleer Birliği, bir dizi önemli satıcı ile UAEA nükleer santrallerin finansmanının geliştirilmesi üzerine teknik toplantıda bulunan katılımcılara gönderilmiştir. Rapor, gözden geçirerek geri beslemede bulunanlardan oldukça fayda sağlamıştır. Katkıları gerçekten övgüye değerdir.

Bu yayından sorumlu olan UAEA çalışanları, Nükleer Enerji Bölümünden R.Clark ve H.H.Ronger’dır.

 

1. GİRİŞ

1.1.Temel Bilgiler

Bugün faaliyette bulunan neredeyse tüm nükleer santraller, devlet kontrollü elektrik piyasalarında finanse edilmiş ve yapılanmıştır. Bu nedenle, söz konusu santraller hem gelecekteki müşterileri, hem de karlı bir getiri oranı için gerekli elektrik fiyatları açısından garanti altına alınmıştır. Bu şartlar altında, maliyetlerin artması ve proje ertelemeleri daha yüksek elektrik fiyatları ile telafi edilmiş ve nihai olarak müşterilerce ödenmiştir. Buna ek olarak, bu tür santrallerin finansmanı çoğunlukla, hükümet, hükümet destekli ya da hükümet garantili olanlarca sağlanmıştır.[1]

Son 30 yılda, hem elektrik piyasaları hem de finansal piyasalar önemli şekilde değişmiştir. Elektrik şirketleri tarafında, büyük ölçüde kanunlar değişmiştir. Yeni klasik anlayışa göre; gelişme: "yarı-tekel benzeri piyasalar üzerindeki devlet kontrollerinin kaldırılması ve üretim, iletim ve dağıtım sektörlerinin birbirlerinden ayrıştırılarak özelleştirilmesi, böylece elektrik üreticileri arasında tam bir rekabet ortamı oluşurken müşteriler için de tercih edebilecekleri bütün seçeneklerin ortaya çıkması" anlamı taşımaktadır. Tüm kısıtlamaların tamamen kaldırılması, fiyat hareketlerinin serbest bırakılması ve rekabet birçok ülkede henüz sağlanamamış olmasına karşın, bu model yeni santrallerin finansman hususlarına etki etmektedir. Bu nedenle, bunların ürünlerine yani elektriğe olan talep artsa bile, elektrik şirketleri için piyasa riski değişmiştir ve değişmeye de devam edecektir

Finansal taraftan, uluslararası sermaye piyasaları giderek küreselleşmekte ve rekabete dayalı hale gelmeye başlamaktadır. Çeşitli yeni finansal enstrümanlar ve paket program planları yatırımlar üzerinden daha iyi getiriler sağlayacak şekilde gelişmekte ve yatırımcıların spesifik projelere olan ilgisini arttırmaktadır. Bu arada, 2006’da küresel sermaye piyasalarından 4.2 trilyon $ elde edilmiş olup bunun %5’i yani 230 milyar $’ı enerji endüstrisine yatırılmıştır.

1.2. Amaç

Bu raporda inceleme konusu yapılan soru nükleer santrallerin finansmanında kullanılan geleneksel yaklaşımlarının mevcut finansal ve elektrik piyasaları için uygun olup olmadığıdır. Tarihi varsayımlara dayanan geleneksel yapılı öneriler yeni santrallerin finansmanı için yeterince çekici olabilecek midir? Eğer yeni nükleer santrallerin finansmanı zor ise, bu veri bir elektrik piyasasında nükleer enerjinin çekici olmamasından mı kaynaklanmaktadır, ya da spesifik nükleer santrallerin önerileri finansmanı çekecek kadar yeterince iyi yapılandırılmamış mıdır?

Nükleer enerji ekonomisi, sermaye maliyeti, işgücü ve malzeme, çevre mevzuatı, alternatif teknoloji üretmenin maliyeti ve yapılabilirliğini içeren ulusal hatta yerel koşullara bağlıdır. Dahası, nükleer enerji üzerinde politik düşünceler de genellikle bölünmüş olup, şiddetle savunulmaktadır. Bununla beraber, mevcut halde faaliyet gösteren nükleer santraller artan rekabetin bir sonucu olarak çok düşük üretim maliyetlerine sahiptir. Yeni nükleer santraller ekonomisi lokasyona ve alternatiflere bağlı olarak giderek nükleer olmayan alternatifleri ile karşılaştırılmaktadır. Bütünüyle karşılaştırma, hava kirliliği, sera gazları yayılımı, ithalata bağımlılık, maliyet belirsizlikleri[2] gibi olası harici maliyet değerlerine bağlıdır.

1.3. Kapsam

Bu raporda, nükleer enerjinin elektrik üretiminin genel kabul görmüş bir şekli olduğu ülkeler amaçlanmıştır. Bu durumlarda, herhangi bir nükleer santral önerisinin, özel sektör finansmanını çekebilmesi için ekonomik olarak karlı olması gerekmektedir.

Nükleer santral finansmanı ve riskin azaltılması ile ilgili olarak hem hükümetin hem de sanayi için rollerin, sorumlulukların ve seçeneklerin incelenmesinden sonra, temel finansman gereksinimlerinin kısa bir özeti sunulmuştur.[3]

Hem hükümet hem de endüstri için, rapor ilk bakışta geleneksel uygulamalar ve yaklaşımlar gibi gözükmekte ve hemen ardından bugünün çevresinde nükleer santral finansmanını kolaylaştırabilecek yeni yaklaşım ve seçenekler açıklanmaktadır Risk yönetimi konusuna her iki durumda da finansmandan ayrı bir konu olarak bakılmıştır. Ancak, riskin de bir maliyet taşıması ve riskin maliyetinin projenin toplam maliyetini de önemli bir şeklide etkilemesi söz konusu olduğundan maliyetin bir miktar aşılması kaçınılmazdır; risk azaltılması ve maliyetin düşürülmesi aynı paranın iki yüzü gibidir.

2. FİNANSMANIN TEMELLERİ

Özsermaye ve borç, sermaye finansmanının temel unsurlarıdır. Bu unsurları çekebilen uygun koşullar ve teşvikler, projenin uygulanabilir olduğu garantisini de içerecektir. Bu, gelirlerin maliyetleri karşılayacağı[4] (bu dikkatli bir piyasa analizi[5] sonucunda belirlenebilir); yatırımdan karlı getiri ve yatırımın garanti edildiğini  (projenin hayatı boyunca olan getirileri azaltacak hiçbir maliyet artışları bulunmamaktadır ve düzenleyici ve mali şartlar oldukça durağan ve kamu tarafından değiştirilemez durumdadır), karların geri dönebileceğini, eğer mümkün ise borç geri ödemesinin garanti edildiğini ve risklerin de doğru dürüst paylaşılarak yönetildiği anlamına gelmektedir. Herhangi bir finansman planı sorumlu taraflar arasında maliyetin, risklerin, hakların ve sorumlulukların yerli yerinde paylaştırılmasını ve yönetilmesini içermelidir. Bu kasten sömürücü olmayan başarılı tüm girişimler için gereklidir. Maliyet ve risk yönetiminde ciddi bir disiplin içeren bir proje yapısı -borç ve özsermaye ile ilgili ne kadar düzenleme yapılırsa yapılsın- başarılı bir finansman için olmazsa olmaz bir özelliktir.

Girişim içindeki hisselerin satılması ile birlikte, sermaye artırımı sağlanır. Sponsorlar, hisseleri kendileri satın alabilir (iç sermaye) veya hisseleri satabilirler (dış sermaye). Farklı sermaye sahipleri farklı getiriler istemekte ve diğer yatırım fırsatlarına nazaran daha fazla olan potansiyel kar tarafından cezp edilmektedir. Girişim başarısız olduğunda ise; sermaye tamamen risk altında kalmakta, kredilerden daha farklı vergi etkilerine sahip olarak borçtan çok daha pahalı hale gelmektedir. Böylece; sermaye, ağırlıklı ortalama sermaye maliyetini artırmakta ve böylece özellikle sponsorlar maliyet kontrollerinde zayıf performansa ve düşük kredi derecelerine sahipse ya da santral ülkede türünün ilk örneği bir ilk ise proje maliyeti de artmaktadır.

Borç ödünç alınmış paradır. Kredi alacaklıları, projenin "krediye itibarına" (geri ödeme potansiyeline) ve fiyata (kredi maliyeti ile krediyi veren kuruluşun kredi alacaklılarına önerdiği faiz geliri risk geri dönüşüm oranına) bakarlar. Eğer kredi itibarı olan hükümet ya da diğer bir birim borcu garanti ederse, geri ödememe riski ve böylece borcun maliyeti önemli şekilde düşer. Projenin başarısız olması durumunda ise, yasalara göre krediyi sağlayan kuruluşlar santral sahiplerine oranla önceliğe sahiptir.

Herhangi ölçekli bir proje için, sermaye ve borcun bazı kombinasyonlarına gereksinim duyulur, nükleer santraller gibi milyar dolarlık projeler için, %100 sermaye ya da iç finansmanın kullanılması pek de muhtemel değildir. Proje sponsorlarınca borç tercih edilecektir: borcu çekmenin finansman maliyetleri, sermayeyi çekmenin maliyetinden daha düşüktür ve borçta başkasının parası risk altına sokulur. Projeye ödünç verenler, proje kredibilitesi ya da proje sponsor güvenilirliğinin bir ölçüsü olarak kendi risklerini azaltmak için yüksek bir sermaye unsuru tercih edeceklerdir.

Herhangi bir finansman programının yapısında, sermaye ve borç arasındaki ayırım, proje sponsorlarının doğal ve finansal konumu, santralin yapılacağı yerin koşulları, hayata geçirilebilirliği, yapısı ve santralin faaliyet göstereceği elektrik sektörünün yapısı ve geçirdiği evrime bağlı olacaktır. Birçok finansman düşüncesi, santral sponsorlarının hükümet, hükümet şirketleri ya da özel sektör şirketleri olduğuna bakılmaksızın aynıdır. Bununla birlikte riskler farklılık gösterebilir.

Santral inşası projesinin yapılandırıldığı 3 temel yol vardır, tümü enerji sektöründe kullanılır: Hükümet (egemen güç), şirket (bilanço), ve sınırlı geri-dönüş finansmanı (proje dahil). Bunlar arasındaki önemli farklılıklar, sahiplik şeklidir ki bunda borç veren ve yatırımcıların çıkarlarını koruma dereceleri ve risk paylaşma yolları farklıdır. Teorik olarak birimlerin, finansman programlarının ve borç ile sermayenin herhangi bir birleşimi elektrik sanayisine yapılacak yatırımda ya da nükleer santraller için düşünülebilir. Pratikte durum böyle değildir. Örneğin, sınırlı geri-dönüş finansmanı borç verenlere gelecekteki getiri ya da projenin kendi varlıkları dışında bir teminat sunmamaktadır. Bu nedenle de yenilenebilir enerji[6] ya da nükleer santraller gibi sermaye yoğun yatırımlardan çok daha kısa inşa süreli ve daha esnek olan az sermaye yoğunluğuna sahip projelere eğilim artmaktadır. Kamu-özel ortaklıkları, yap-işlet-devret, yap-devret işlet[7] ve bunların çeşitli varyasyonları gibi programlar bir projenin nihai sahipliğini tanımlamaktadır, bunlar finansman planları değildir.

Yeni bir nükleer santrale yönelik ilk finansman ayarlamaları; enerji değerlendirmeleri, ön inşaat çalışmaları, düzenleyici nükleer ve yasal altyapılar, araştırma ve insan kaynakları gelişimi ve finansal enstrümanlarla (teminat, hisse senetleri, tahviller) ilişkili sermaye piyasası konularında belli ölçüde hükümet finansmanını da içerebilecektir. Gelişmekte olan ülkelerdeki santraller için ek kaynaklar; uluslar arası yardım organizasyonları ve gelişim bankaları, diğer hükümet sponsorlu yardım programları[8], ihracat kredi ajansları sigorta planları ya da ülke dışı özel yatırım şirketleri ve çok taraflı yatırım garanti ajanslarından ve sermaye yatırımları ile ticari kredilerden doğrudan doğruya tahsis edilen gelişim fonlarını içerebilir. Nükleer enerji camiasındaki birçok kimse, çok taraflı bankaların nükleer santrallerin finansmanına doğrudan dahil olması gerektiğini iddia etmektedir. Bununla birlikte, çok taraflı bankalar, nükleer enerji konusunda oldukça sert ve farklı görüşlere sahip olan üye ülkelerinin görüşlerini dengelemek durumunda kalırlar. Dahası, bankalar gibi, onların da yatırım kriterlerine göre, önerilen nükleer santralin elektrik üretme kapasitesini arttırmak için en az maliyetli alternatif olmakla beraber, çevre, güvenlik ve diğer sosyal problemleri çözmede de ekonomik olması gerekmektedir.

Santral yatırımları için çoğunlukla gözden kaçırılan kaynak; emeklilik fonları ya da sigorta şirketleri gibi kurumsal yatırımcılar adına faaliyette bulunan altyapı finansmanıdır (genellikle bu tür yatırımcılar, uzun dönemli, kararlı ve nükleer enerjide olduğu gibi öngörülebilir getirileri olan yatırımlar peşinde koşarlar). Finansman sahnesinde nispeten yeni olmalarına rağmen, 22 milyar $ ile en geniş fonlardan birine sahip olan Macquarie Bank; karayollarından, demiryollarına, hastanelerden havaalanlarına, okullardan enerji santrallerine kadar uzanan altyapı projelerini finanse etmektedir. Bu tür finansmanın en temel özelliklerinden biri de, altyapı faaliyetlerinin sahipleri ile işleticilerini ayırmasıdır. Benzer bir şekilde, Van Eck Global Fonları nükleer enerji şirketleri ile Global Nükleer Enerji Endeksini’nin performansını da içeren bir sepetten oluşan nispeten daha dar nükleer enerji fonları sunmaktadır. Söz konusu sepet, büyük ölçüde uranyum maden hisseleri içermektedir (%47'ye %37 oranında tesis altyapısı ve %10 oranında nükleer ekipmanlarda). Bu fonlar Fransa'da hiç, ayrıca ABD'de de hemen hemen hiç kullanılmamıştır.

Ayrıca, bir de Standard & Poor Global Nükleer Enerji Endeksi vardır ki bu da finansal piyasaların nükleer endüstride yatırımlar için ilgisinin uyandığının bir kanıtıdır. Endeks, 24 adet halka açık nükleer enerji işletmesinden oluşmaktadır. Bu işletmeler belirli yatırım yapılabilirlik şartlarını karşılamakta ve hem gelişmiş hem de yeni oluşmakta olan piyasalarda global nükleer enerji işleriyle meşgul olduğu alenen bilinen şirketlere likidite sağlamaktadır. Endeks ağırlığı, nükleer enerji üretimi, enerji teçhizatları, malzemeleri ve hizmetleri arasında eşit bir biçimde dağılmıştır. Avustralya, Kanada, Finlandiya, Fransa, Almanya, Japonya ve ABD endeks ağırlığının yaklaşık %70’ini oluşturmaktadır.
 
3. HÜKÜMET FİNANSMANI

3.1. Geleneksel Yaklaşımlar

Nükleer Enerjiye bir ülkede hükümet desteği olmaksızın başlanamaz. Hükümetler, ulusal enerji yelpazelerinin bir parçası olarak nükleer enerjinin gerekliliği ve arzu edildiği hususunda politik bir karar vermektedir. Hükümetler, genelde büyük sermaye projeleri ve özelde nükleer santraller için harici ya da ticari finansmana yönelik genel ekonomik ve kurumsal koşullar tesis edecek güce sahiptir. Ayrıca düzenleyici uygulamalar ve politikalar üzerinde de kontrole sahiptirler, böylece belirirsizlikler ile birlikte ertelemelere, maliyet tahminlerine ve hatta finansal kayıplarla ilgili olarak proje iptallerine bile neden olan düzenleyici ve (politik nedenlerle harekete geçen ya da usulen gerçekleştirilen) politik faktörler üzerinde de bir miktar kontrole sahip olmaktadır.

Bir nükleer enerji projesine hükümetin doğrudan katılımı, birçok şekilde olabilir: oluşturulacak varlıkların sahipliği, sermaye katılımı, risk paylaşma ve kredi garantilerini de içeren çok çeşitli teşviklerin sağlanması. Bunların her biri, hükümet üzerine belirli derecede riskler yükler. Hükümet ayrıca, altyapıyı oluşturup sürdürme yükümlülükleri gibi dolaylı ya da finansal olmayan risklere maruz kalabilecektir.

Hükümetler, genellikle nükleer enerjiyi finanse etme, teşvik etme ve geliştirmede öncü olular. Bazı hükümetler, yeni nükleer santrallerini ya kendileri ya da ulusal elektrik şirketlerince finanse ederler. Bunlar ayrıca, elektrik şirketlerinin inşa süresince, inşaat maliyetlerini elektrik tarifeleri yoluyla kısmen finanse edecek şekilde yeni santraller kurmalarına izin verecek düzenleyici güç kullanırlar ('inşa süresince kullanılan fonların ödenmesine yönelik' (AFDC)).

Borç için hükümet desteği, temelde ve geleneksel olarak, büyük altyapı projelerinin finansmanını kolaylaştırmak amacıyla kredi ya da diğer türde garantiler sağlamak şeklinde olmaktadır. Eğer, hükümetin elde edeceği fayda da desteği alanın elde edeceği fayda ile beraber yapılandırılacak olursa, kredi garantileri hükümete bir maliyet olmaktan öte bir gelir kaynağı olabilmektedir. Bir sigorta planı ya da ihracat kredi yaklaşımı kullanılarak, hükümetler örneğin kredinin boyutu üzerinden sağlanan garantinin bedeli olarak faiz işletebilirler. Garantiler ayrıca, garanti edilmiş enerji satın-alımları (al-yada-öde anlaşmaları) şeklinde olacağı gibi, hatta hükümetin attığı bir adım veya yapması gereken bir şeyi yapmaması nedeniyle ortaya çıkacak erteleme maliyetlerini telafi edecek anlaşmaları da içerebilirler. Bu garantilerden her biri hükümet için kendi risklerini de beraberinde taşımaktadır, daha sonra belki de hükümetin kontrolünde olmayan şeylerden kaynaklanan bazı sonuçlar nedeniyle hükümetin anlaşmayı yerine getirememesinden dolayı sorumlu hale gelinebilir. Asya'daki hükümetler elektrik santralleri için gerekli proje finansmanını garanti altına almak için aşırı iyimser enerji satın-alım anlaşmaları yapmışlardı, fakat 1997 yılında yaşanan Asya ekonomik krizi sonucunda gerçekleşen daha yavaş ekonomik büyüme, bu anlaşmaların yerine getirilmesinin mümkün olmadığını ortaya çıkartmıştı. 1980’lerde bazı Latin Amerika ülkeleri büyük kredilerin zamanında ödenmesini engellemek amacıyla sadece döviz kurlarında önemli kaymalar oluşturarak gelirleri yerli para biriminde olan katı para birimlerdeki kredileri garanti altına aldılar. Bu tür garantiler hükümetlere özgü değildir, ayrıca elektrik şirketleri, diğer büyük şirketler ve konsorsiyum şirketleri tarafından da sağlanabilmektedir (hatta sağlanmıştır). Riskler aynı olabilecektir, fakat bu kayıplar hükümete yönelik değil, özel yatırımcılara yönelik gerçekleşecektir.

3.2. Yeni Yaklaşımlar

Ne değişti? Gelişen ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler benzer bir şekilde rekabet halinde olan tüm talepleri karşılamak için kaynaklarını yetersiz buldular ve gittikçe belirli projeleri ve programları finanse etmek için sermaye piyasalarına dönmeleri gerektiğini fark ettiler. Yeni nükleer santrallerin inşası da büyük olasılıkla bu kategoriye girmektedir.

Hükümet, yeni bir nükleer santrale sahip olmasa bile, sermaye hissedarı olabilir. Eğer milli bütçe kaynakları bu amacı gerçekleştirmek için müsait değilse, hükümet sermayesi yaratılabilir ve tahsis edebilir. Hükümetin sermaye yaratmasının birçok yolu vardır. Mesela, bunlar kredi değerliliği olan kamu endüstrilerinden (kamu elektrik şirketi olması durumunda endüstriyel müşterilerden) alınan taahhütleri; hükümetin gelirlerinden bir kısmının akışı nükleer santrallerin finansmanına yönlendirmesi (örneğin maden ihracatı ya da vergilerinden); uranyum rezervleri gibi bir varlığı bu amaca yönlendirmesi; takas karşılığında finansman sağlanması (örneğin tarım ihracatı için ticari finansman); ya da bir hizmetin tahsis edilmesi taahhüdü (örneğin atık yönetimi) şeklinde olabilir. Hükümetin bu sermayeyi nükleer santral ya da onun finansmanına yardımcı olmak için kullanması, bazı organlar tarafından mevcut rekabet ve ticaret kuralları altında nükleer santral için sübvansiyon veya haksız avantaj sağlanması olarak görülebilmektedir. Arzu edilen sonuçlara ulaşmak için diğer tür teşvikler ya da cezalar uygun bir şekilde yapılandırılarak, örneğin sözleşmeler yapmak yoluyla, bu zorluklardan kaçınmak mümkündür. Diğer yandan, kamu satın-almalarını içeren hükümet katılımlarında, proje maliyeti artmaktadır. Bir Dünya Bankası tahminine göre, kamu satın almaları, proje maliyetlerine %40 seviyelerine kadar arttırabilmektedir.

Mümkün olan diğer finansman mekanizmalarının diğer örnekleri, tüm elektrik satışlarından nükleer santral yatırımına yönelik ek ücret alınması, ulusal fonların (örneğin altyapı fonları ve tasarruf sandıklarının) kullanılması, temiz enerji projelerini (nükleeri de içeren) finanse edecek hükümet tarafından işletilen özel bankaların oluşturulması, varlıkların birleştirilmesi (önemli enerji üretim tesisi varlıklarına sahip olan ülkeler ya da elektrik şirketlerince) ya da (gelişmekte olan ülkelerde) yabancı ülkelerde yaşayanlarca gönderilen işçi dövizlerinin kullanılmasını da içermektedir. Birden fazla hükümet ya da elektrik şirketini içeren bölgesel yaklaşımlar, nükleer santralleri finanse etmede de kullanılabilir. Şüphesiz ki, ne yeni yöntemleri içeren yeni yaklaşımlar, ne de hükümet finansmanı ve aynı zamanda ne hükümet ne de ticari finansman için birbirlerini dışlayan yöntemler değildir.

Dikkate alınan en önemli konular arasında bulunan hükümet sorumluluklarından biri de verimli ve rasyonel elektrik fiyatlaması gereksinimidir. Yatırımcılar ve borç verenler, garanti edilmiş bir geliri isteyecekler fakat en azından yeterli düzeyde bir gelire de ihtiyaç duyacaklardır. Özel sektör katılımı için gerekli bir ön koşul olarak, santralin elektrik satışından doğan gelirlerinin, dolaylı ya da doğrudan olacak şekilde, maliyetleri karşılaması gerekmektedir. Bu aynı zamanda herhangi bir hükümet finansmanı için de bir gereklilik olmalıdır. İster takas, ister sermaye ya da kredi için olsun sonunda yatırımcılar ve borç verenler zamanında ve tam olarak geri ödeme bekleyecek, kar paylarını almak isteyecektir. Ön ödemeler yapmak, bloke hesaplar kullanmak, korunmuş ya da garanti altına alınmış fonlar oluşturmak, uzun dönemli enerji satış anlaşmaları yapmak, diğer santrallerden kazanılan gelir akışlarını paylaşmak gibi tedbirler yatırımcıların ve borç verenlerin güvenlerini tazelemeye yardımcı olmaktadır. Fakat üretim maliyetlerini karşılayacak şekilde garanti altına alınmış elektrik fiyatlarından gelen gelir akışı, en kuvvetli güvenceyi sağlamaktadır. Hükümetin, elektrik fiyatlaması ile ilgili söyleyeceği sözler, anahtar öneme sahip hükümet sorumluluğunu oluşturmaktadır.

3.3. Risk Etkilerinin Azaltılması
Eğer hükümet projenin doğrudan sponsoru değilse, nükleer enerji finansmanında hükümetin görevlerinin büyük bölümü risk azaltılması ile ilgili olacaktır. Politik risk, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir biçimde yatırımcıların ve borç verenlerin önemli bir endişe kaynağını teşkil etmektedir. Aslında burada endişe kaynağı karmaşa ve iç savaş meseleleri değil, hükümetin projeye destek olmak yönünde yaptığı taahhütleri gerçekleştirmede başarısız olması durumunda projeye ne olacağıdır (ve özellikle kredi geri ödemeleri ve yatırımın geri dönüşü konularında). Burada hükümet, kalıcı mevzuatlar, politikalar, yasal ve mali rejimler oluşturmada açık, net ve eşsiz bir role sahiptir. Nükleer santral gelişimi ile ilgili olarak ülke risklerini değerlendirmede, bankalar ve sermaye yatırımcıları aşağıdakileri düşüneceklerdir. (1) Kanuni hükümler, yasalar (2) UAEA güvenlik denetimlerine ve nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik ülkenin verdiği taahhüt (3) önemli uluslararası üçüncü şahıslara karşı nükleer yükümlülük rejimlerine taahhüt. Hükümet bu alanların hepsinde öncü role sahiptir.

Kalıcı ve etkin mevzuat ve vergi rejimlerinin mevcut bulunması, politik kararlılığın temel unsurları olarak görülmektedir. Bunlar sadece nükleere has düzenlemeleri değil, vergilendirme, döviz işlemleri ve çevre korunması ile ilgili yönetmelikler de karların yatırım yapanların kendi ülkelerine taşınmasını etkileyecektir. Örneğin petrol arama ve üretim şirketleri, Norveç’in petrol ve gaz vergi rejimi sıklıkla değişmeye devam ettiği sürece Norveç’i politik olarak riskli göreceklerini kabul etmektedir. Birçok ülkede, elektrik piyasalarındaki fiyat serbestîsi, üretim varlıklarının adeta karaya oturması ile sonuçlanmıştır. İngiltere’de "eğer nükleer enerji potansiyel bir üretim seçeneği olarak kabul edilecek olursa, İngiltere enerji piyasası kurallarının uzun dönem sözleşmeler (uzun dönem maliyetlerle ilgili) yapılabilecek şekilde değiştirilmeye ihtiyaç duyacağı" konusu tartışıla gelmektedir. Nükleere has mevzuata gelince, mevzuat belirsizliğinden yeni nükleer santrallerde yatırıma caydırıcı etki yapan ana unsurlardan biri olarak söz edilmektedir. Bazı düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktayken; verimsiz, değişen ve ertelenen mevzuat, gereksinim duyulan izin, müsaade ve lisansların proje sponsorları için masraflı olması ile sonuçlanmaktadır. Aynı şey, ABD’deki 3 Mil Adası kazasından sonra olduğu gibi geriye dönük mevzuat gereksinimleri ya da (orantısız çözümler içeren) verimsiz düzenlemeler için de geçerlidir. Bazen de yatırımcılar ve borç veren kimseler, nükleer ya da lisanslama toplulukları tarafından yapılan "nükleer santrallerin hiçbir zaman %100 güvenli olamayacağı" söylemlerinden olumsuz etkilenerek projeleri desteklemekten caymaktadır.

ABD Nükleer Enerji Düzenleme Komisyonu, son zamanlarda bu tür risklerden bazılarını azaltan bir lisanslama çerçevesi oluşturmuştur. Bu lisanslama çerçevesinde, saha seçimi için ön onay ve reaktör tasarımı için ön sertifikasyon gerçekleştirilmektedir. Daha sonra bu iki onay muhtemel santralın hem inşasını hem de işletmesini kapsayan tek bir lisans altında birleştirilmesinde kullanılmaktadır. Nükleer yönetmelikler, güvenlik ve lisanslama hususları, herhangi bir büyük sermaye yatırım yapılmadan önce dikkat alınmalı, böylece mevzuat değişiklileri ve anlaşmazlıkları ile sonuçlanan gecikme, mevzuatla ilgili belirsizlik ve gereğinden fazla uzamış halkın kabulü riskleri azaltılmalıdır. Potansiyel yatırımcılar da böylece, inşa sırasında olası maliyet sarmallarına karşı korunma sağlamış olacaklardır.

Diğer belirsizlikler ise; hükümet taahhütlerindeki değişiklikler, nükleer silahların yayılmasının yönetilmesi ve yakıt çevriminin kullanılmış yakıtla ilgili bölümü (örneğin, ABD’de Yucca Dağı ve Almanya’da Gorleben) ve ülkede nükleer kazalara karşı üçüncü şahısları tazmin etmek için kullanılacak yöntemler ile ilgili risklerinin sonlandırılması gibi hükümete özgü sorumlulukların ya da taahhüt zamanında yerine getirilmesindeki başarısızlıklardır. Sık politika değişimleri ya da gerçekleştirilmesi imkânsız olan taahhütler altına girilmesi yatırımcıların, borç verenlerin ve santral tedarikçilerin güvenlerinin kaybedilmesine yol açabilir. Bu söz konusu olabilir; çünkü işin başında yükümlülükler şeffaf değildir veya hükümetin, ticari yatırımcıların, borç verenlerin ve de proje sponsorlarının görevleri ayrı ayrı belirlenmiş ve üzerinde anlaşılmış değildir. Ya da, sübvansiyonlar yoluyla yatırımcıların ve borç verenlerin, borçlarını vadesinde ödeyebilir konumda tutulması durumunda da, hükümet sübvansiyonları sürdürme gücüne sahip olmayabilir. Bunlardan ikincisi 1990’larda ABD’de meydana gelen durumdur; elektrik şirketlerinin bağımsız enerji üreticileri ile arz çeşitliliğini sübvanse etmek için sabit fiyatlarla enerji satın alım sözleşmeleri yapmış, fakat endüstrinin yeniden yapılanması ile ortalama sistem fiyatları bu sabit fiyat seviyelerinin çok altına düşmüştür. Bu türlü finansal bağla yakalanmış hükümetler için bir başka karmaşa da, sübvansiyonların sonuna yaklaşıldığında, fiyatlar artabilmesi, bunun da halk arasında hükümete karşı hoşnutsuzlukların oluşması ile sonuçlanmasıdır. Politik risk, borcun hafifletilmesini de içerebilecektir ki bu durum gerek yatırımcılar ve gerekse borç verenlerin borçla ilgili olan geri ödemeleri silindiğinde, her iki kesime de olumsuz sinyaller gönderilmesine sebep olmaktadır.

Yine bir diğer mevzuat belirsizliği çeşidi de, protestolara verilen politik tepkilerle hükümet politikalarında gerçekleştirilen değişikliklerdir. Örneğin; bazı Avrupa ülkelerinde oylamayla nükleerin kademe kademe azaltılarak sonlandırılmasına karar verilmiştir ve böyleye bu nükleer aleyhtarı politikalar, normalde ekonomik olarak ayakta kalabilecek santrallerin zamanında önce kapatılmasıyla nedeniyle, nükleer varlıklarda ciddi değer kaybına zorlamıştır. Bu durum kaçınılmaz olsa da, yatırımcıların bu tür ülkelerde paralarını bağlamaları konusundaki istekliliklerini büyük ölçüde etkilemektedir.

Bazı politik risklerin ise, saptanması ya da yönetilmesi kolay değildir. Küresel para birimlerinde ve finansal piyasalarda, döviz kuru ve tedavül riskleri tamamen hükümetin kontrol edebileceği bir görüş alanı içinde değildir, aynı şey bazen enflasyon için de geçerli olmaktadır.

 

4. ÖZEL SEKTÖR DESTEKLİ FİNANSMAN

4.1. Geleneksel Yaklaşımlar

Nükleer enerji fark edilir birçok avantaja sahip olmasına rağmen, nükleer santral inşa tarihçesi ticari yatırımcılar açısından oldukça cesaret kırıcı bazı yönlere sahiptir. Bunlar öncelikle; inşa gecikmeleri, (bu finansal maliyetleri artırmakta ve gelir akışını yavaşlatmaktadır) maliyet tahminlerindeki büyük farklılıklar ve maliyet aşımlarıdır (bu projenin yaşamı boyunca olan getirileri azaltmaktadır). Nükleer enerji santralleri sermaye yoğun yatırımlar olarak kabul edilmektedir ve bu özellik kendi başına finansman için bir problem taşımamaktadır. Fakat yüksek sermaye yoğunluğu, yüksek sermaye maliyetlerini de beraberinde getirmektedir ve özellikle de her biri finansal maliyetleri hızlı bir şekilde arttırabilecek hususlar olan faiz oranlarına, inşaat gecikmelerine, maliyet aşımlarına veya enflasyona yüksek bir seviyede hassas olmasına sebep olmaktadır.

İnşa gecikmelerini ve maliyet aşımlarını yönetme yükümlülüğü açık olarak -proje sponsorları ile beraber- sanayinin üzerinde bulunmaktadır. İşte bu noktada, yeni santrallerin finansmanı bağlamında değişime olan ihtiyaç konusunda kritik bir bakış açısına ihtiyaç bulunmaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere, mevcut tesislerin hemen hemen tüm santral müteahhitleri ve sponsorları, söz konusu tesisleri hükümetin sponsor olduğu ve geleneksel hizmet maliyeti düzenlemeleri altında bulunan kısıtlanmış veya garanti edilmiş piyasalardan bütün maliyetlerin tam olarak telafisi edilmesinin güvence altına alındığı bir ortamda finanse etmişlerdir. Bu tür düzenlemeler maliyet aşımları ve inşaat gecikmelerinin maliyeti açılarından -belki de gönül rahatlığı mertebesinde- güvenilirlik ortamı doğurmuştur, çünkü gelirlerdeki düşüşler kolaylıkla tüketicilerden tahsil edilmiş veya hükümetler tarafından karşılanmıştır.[9]

Gelirde meydana gelen bir düşüş; genellikle zayıf finansal planlama; öngörünün düşük olduğu piyasalardaki ihtiyat eksikliği/geleceği iyi tahmin edememe veya yetersiz hazırlıklar; ekonomide veya para biriminde meydana gelen değişimler; veya yanlış hesaplanan/yanlış yönetilen risklerden kaynaklanmaktadır. Örneğin, 1970 öncesinde ABD’de, proje sponsorları maliyet finansmanında iki haneli enflasyonun olası neticelerini ele alma konusunda isteksizlerdi, fakat sadece birkaç yıl içerisinde iki haneli enflasyon ile yüz yüze kaldılar. O sıralar, inşa halindeki birçok nükleer santral büyük maliyet aşımlarına maruz kaldılar. Bundan etkilenen sadece nükleer santraller olmadı, nükleer enerji üretiminin rekabetçi konumu da büyük yara aldı. Bu durumda, yatırımcıların riski sermaye kaybı değil, tesisin yaşamı boyu sermaye getirilerini azaltan maliyet aşımları ile gecikmelerden kaynaklanan ek maliyet ve yatırım gereksinimleri olmuştu. Böyle olsa bile bu kayıplar, tamamlanmadan yarım bırakılan veya iptal edilen kömür ve nükleer santral yatırımcılarının zararlarından daha az bulunmaktadır.

Şu sıralar, risklerin geçmişte olduğundan çok daha fazla yöntemle ve çok daha likit piyasalarda tahsis edilip, yönetilebildiği doğru bulunmaktadır. Fakat daha gerçekçi maliyet tahminleri ya da daha iyi bir maliyet kontrolü olmadığı durumlarda, yaratıcı risk tahsisi tek başına yatırımcıların potansiyel kayıplarını telafi etmek için yeterli olmayabilmektedir. Santral imalatçıları ile elektrik şirketleri tarafından yapılan maliyet tahminleri arasında sık sık farklılık olmaktadır, örneğin, belirli bir tesis için bile iki tahmin %50-%100 oranında farklılık gösterebilmektedir. Hiçbir ciddi yatırımcının bu temelde bir yatırıma mali gücü yetmez ve böyle bir projede yer alması da beklenemez. Nükleer enerji ile ilgili yatırımcılar ve para ödünç veren kuruluşlar açısından güncel tecrübe eksikliği, bu bağlamda düşünüldüğünde şaşırtıcı değildir. Ayrıca, elektrik şirketleri, santral imalatçıları, müteahhitler ve proje yöneticileri de nükleer santral projeleri ile ilgili olarak tecrübe eksikliğine sahiptir. Zamanında ve bütçe dahilinde tamamlanmasını sağlayacak iyi proje yönetimi, başarılı bir proje için olmazsa olmaz önem taşımaktadır. Böyle bir çalışmada gönül rahatlığına yer bulunmamaktadır. Yatırımcılar, bir şirketin, hükümetin veya devletin başarılı projeler gerçekleştirmedeki uzun yılların deneyimini proje değerlendirmelerinde anahtar öneme sahip husus olarak dikkate almaktadır. Yaratıcı finansmanın bir modeli olarak düşünülen Finlandiya’daki yeni Olkiluoto–3 nükleer santralı bile hem maliyet aşımlarından hem de inşa gecikmelerinden zarar görmektedir.

Aşinalıkta olan eksiklik de bazen, ülke tesislerinde ilk ya da türünün ilk çeşidi yenilikçi santrallerin, finansman (FOAK) olasılığını artırmaktadır. Böyle bir iklimde, açık ve net bir öğrenme eğrisi bulunmadan, yatırımcılar herhangi yeni bir santralı her ne kadar kullanılan bileşenlerin hepsi de kanıtlanmış teknolojiler de olsa muhtemelen yeni bir teknoloji (FOAK) olarak kabul edeceklerdir.[10] Bu nedenle herhangi yeni tesisin finansmanının tutucu ve geleneksel sermaye yapıları temelinde gerçekleştirilmesi en olası durumdur ve nükleer enerjiye yeni geçenlere de genellikle kanıtlanmış tasarımlar kullanmaları tavsiye edilmektedir. Teknoloji riskini azaltmak için kullanılan tedbirler arasında reaktör ve tesis tasarımının standardizasyonu, küresel ölçekte tesis filoları ve tasarım değişiklikleri evriminin yönetilmesi bulunmaktadır.

Bu durum, yatırımcıların ve para borç veren kuruluşların gözünde "nükleer yatırım yapmanın bir getirisinin" bulunup bulunmadığı, eğer varsa sebebinin ne olduğu sorusunu akla getirmektedir. Yatırımcılar; birinin yatırımını kaybetme gibi büyük bir riski telafi edebilmek için mi nükleer enerjiye yaptıkları yatırımlarda yüksek getirilere gereksinim duymaktadır? Eğer böyle ise, teknoloji yüzünden mi? Veya geçmişte yaşanmış maliyet aşımları nedeniyle mi? Ya da algılanan genel finansal risk yüzünden mi? Yoksa mevzuat belirsizliği mi? Bu konu üzerinde bir görüş birliği yok gibi gözükmektedir. Sigorta şirketleri, nükleer tesislerin finanse edilmesini karlı bir iş olarak görmektedirler (yükümlülükler üzerinde bir üst sınır olması durumunda). Finansal analistler ve yatırımcı bankalar, tecrübeler çerçevesinde nükleere yatırım yapmanın herhangi bir bariz getirisinin olduğuna dair hiçbir kanıt bulamamışlardır. Nükleer sektöre yatırım yapmanın, başlangıçta büyük yatırım maliyeti içeren diğer büyük çaplı projelere yatırım yapmaktan bir farkının bulunmadığı kabulüne doğru bir yönelim söz konusudur. Örneğin, nükleer yatırım fonlarının oluşturulması bunu kanıtlamaktadır.

Ancak; nükleer enerjiye yatırım yapmanın getirirlerinin bulunduğunu belirten endüstri uzmanları bulunmaktadır. Bu uzmanlara göre bazı ülkeler için yönetmeliklerle ilgili kaygılar, belirsiz maliyetler, lisanslamaya yönelik belirsizlikler, uzun inşaat süreleri, halkın kabulü ve halkın görüşleri ile ilgili kaygılar, yasal şarlar gibi hususlar nükleere affolunan meşru sebepler olsa da, bunların hiçbiri sadece nükleere has olgular değildir. Bir sanayi kaynağı, nükleer enerji santrallerinde yaşanan inşaat gecikmeleri tarihçesinin, bazı ülkelerde finansal maliyetleri nükleer enerji için diğer üretim teknolojilerine oranla %3 ila 5 düzeylerinde arttırdığını ileri sürmektedir. Diğer endüstri kaynakları ise, finansman maliyetleri ile doğrudan alakalı hiçbir getiri bulunmasa bile, maliyet belirsizliklerinin, nükleer projeler için giderek artan incelemelere/kontrollere sebep olabileceğini ve borç verenlerin nükleer enerji için diğer enerji üretim çeşitlerine kıyasla ek korumalar talep edebileceklerine ve daha dikkatli pozisyonlar alabileceklerini iddia etmektedir. Bu da aslında bir getiri olarak düşünülebilir. Önemli gelişim bankalarından birine göre ise, gelişmekte olan ülkeler için söz konusu olan getirinin, önemli ve ilgili bir risk getiri faktörü (ek riskten ötürü istenilen ek yatırımın getiri oranı) olarak öngörülebilmektedir, ayrıca ilave bir nükleer getiri faktörüne ihtiyaç duyulmamaktadır.

4.2. Yeni Yaklaşımlar

Geçmişte, proje sponsorları yatırımlarının geri ödemelerini ve karlarını; hükümet garantileri, kur teminatları ve tekelci piyasalar vasıtasıyla sağlayabilmekteydiler. Mevcut koşullar altında ve böylesine bir koruma olmaksızın; yeni nükleer santrallerin sponsorları hisse sahiplerini cezp edebilecek getiriler ödeyemeyebilirler. Ticari yatırımcılar ve borç veren kuruluşlar için, endüstride uzun yıllardır edinilen tecrübeler ışığında,  ana unsurlar gecikmeler ve maliyet aşımlarıdır. Sonuç olarak gelirde meydana gelecek herhangi bir düşüş, yegâne amaç olan projenin ekonomik bakımdan hayatta kalabilirliğini tehlikeye atacak ve yatırım getirisi veya borçların geri ödenmesi garantilerini ve yatırım getirisi veya borç değerliliklerini diğer olası alternatiflere kıyasla düşürecektir.

Proje sponsorları, özsermaye yaratmak için kendi aralarında bazı seçeneklere sahiptir; bunlar arasında müşterinin iyi niyet çerçevesinde sağlayacağı depozito veya mevcut yatırıma yapılacak ilaveler bulunmaktadır. Özsermayenin bir kaynağı da, bilânço finansmanı olabilmektedir. Bir diğer seçenek ise, aynı tür sermaye sağlayabilecek ortakları da içerecek ya da arz güvenliğini garanti altına alınmasının bir yolu olarak önemli müşterilerin ana hissedarlar haline gelmesini sağlayacak şekilde ortak sayısını arttırmak olabilmektedir. Finlandiya’daki Olkiluoto–3 için, ikinci seçenek %25’lik ana sermaye payını mümkün hale getirmiştir. Sponsorlar için diğer bir opsiyon ise, yerel teslimat kapsamına yönelik yerel sermaye finansmanı toplamaktır.

İnşaat maliyet aşımlarını engellemek için önerilen bir tedbir ise, aşamalı finansmandır. Bu yaklaşım, (hâlihazırda Çin’de uygulamış olup, ABD’de yeni santraller için de önerilmektedir) inşa ile başlamakta ve projenin dilimler halinde finansmanını içermektedir. Her aşama için sermaye maliyeti, sadece o aşamanın risklerini yansıtacak böylece inşaat risklerinin yüksek maliyetleri proje boyunca taşınmamış olacaktır. İnşaat esnasındaki ana risk; projenin zamanında ve bütçe dâhilinde tamamlanmasıdır. İnşaat devam ettikçe ve tamamlama riskleri azaldıkça, sermaye maliyeti de düşecektir. Tamamlanır tamamlanmaz, yatırımcıların riskleri temel olarak işletme ve piyasa risklerine (gelir akışı risklerine) indirgenecektir. Farklı finansman aşamaları, farklı sermaye yapılarına sahip olabilir: örneğin hissedarlar genellikle inşa aşamasında risk altında bulunurlar, ancak ticari işletmenin başlamasıyla birlikte (sadece tesisten elde edilecek karlardan ödemenin yapıldığı) geri-ödemesiz finansman uygulanmaya sokulabilir. Aşamalı finansmanın, aşamalı varlık transferi ile birlikte ve, uygulanabildiği durumlarda da hükümet hisselerinin aşamalı bir şekilde satıldığı durumda özellikle verimli olacağı kabul edilmektedir. Hükümetin projenin yalnızca bir parçasını finanse etmeyi ya da garanti etmeyi seçebileceğinden ve hemen ardından da tesisteki kendi hisselerini özelleştirebileceğinden, aşamalı finansman özel sektör projelerine hükümet katılımını kolaylaştırmaktadır. Aşamalandırma kavramı, ayrıca arz darboğazlarının ve eğitimli personel, düzenleyiciler ve diğer proje girdileri ihtiyaçlarının yönetimi konularında da yardımcı olabilir.

Aynı aşamalandırma kavramı, yeni bir nükleer programının başlatılması sırasında daha geniş ölçekte de uygulanabilmektedir. Birinci ünite, müteakip diğer ünitelere göre daha yüksek tamamlama ve daha yüksek maliyet riski taşıyacaktır. Ancak, birkaç ünite kurulup, başarılı bir şekilde işlemeye başladığında, faaliyet halindeki ünitelerden sağlanan gelir ile birlikte yeni inşaatları finanse etmek için kullanılacak  finansman modeli değişebilir.

 

5. RİSK YÖNETİMİ

Herhangi bir yatırımcı için bir projede yer alma kararı eninde sonunda risk-ödül oranına gelip dayanacaktır.[11] Tamamen hükümet tarafından finanse edilmiş bir tesis, özel sektörce kurulan tesislere kıyasla farklı risklere, farklı risk profillerine ve farklı risk maliyetlerine sahip olacaktır. Karların, yatırımcının anavatanına dönmesinin zor olduğu ülkelerde veya gelişmekte olan ülkelerde ya da mali mevzuat değişikliklerinin öngörülemediği ülkelerde kurulan tesisler, farklı risk profillerine ve bu nedenle de farklı finansman gereksinimlerine sahip olacaktır. Enerjinin etkin bir biçimde fiyatlandırılmadığı ya da sponsorların maliyet disiplin performanslarının düşük olduğu bir elektrik sektöründe planlanmakta olan bir tesis, projenin uygulanabilirliği konusunda yatırımcıları ve borç veren kuruluşları ikna etmek zor olabilecektir.

Ticari sermaye katılımı, getiriler üzerine sıkı güvenceler gerektirir. Hiç kimse yatırım söz konusu olduğunda, olumsuz bir sürpriz ile karşılaşmak istemez. Hükümet garantileri bu tür güvencelerin tek kaynağı değildir. Getirilerin teminat altına alınması (örneğin nakit akışlarının emniyet altına alınması ya da kredi garantileri yoluyla) iş planının ana unsurudur ve başarılı bir finansman için önemli bir ön koşuldur. Bununla birlikte; finansman kaliteyi garanti etmez ve finans kötü tasarlanmış bir projeyi daha iyi hale getirmez. İş planının diğer fonksiyonları arasında: riskleri en iyi şekilde yönetip kontrol edebilecek taraflara belirgin, şeffaf, mantıksal ve verimli bir şekilde nasıl tahsis edilebileceğinin belirlenmesi; özel sektör ve hükümetin görevlerinin ile kazançlarının şeffaf bir biçimde belirlenmesi; yasal tahkim başvurusu için yöntemin belirlenmesi; proje ortaklarının getirilerinin/kazançlarının açık ve projenin sağlığına zarara vermeyecek bir şekilde tanımlanması; ve her tarafın sözleşmelerden doğan kendi yükümlülüklerini yerine getirebilecekleri/getirecekleri yönünde bir çeşit güvence ve mesuliyet sağlanması, bulunmaktadır. Tarafların yatırımdan çekilme stratejileri bile, ilk bakışta bir nükleer proje için fazlasıyla karmaşık gözükse bile, yönetilemez değildir ve mutlaka hesaba katılmalıdır. Hükümetçe desteklenen projeler de bundan muaf değildir.

Dikkatli bir şekilde sözleşme yapma ve güçlü proje yönetimi, ticari riskin tahsisi ve risk etkilerinin azaltılmasında kilit unsurlardır, bu husus hükümetler için bile geçerlidir. Prensipte, risklerin en verimli tahsisi, onları en iyi şekilde kontrol edecek taraflara  tahsis edilmesi şeklinde gerçekleştirebilir. Riskin maliyeti de, bu paylaştırmanın verimliliğine göre değişme eğilimi gösterecektir. Tecrübeler göstermektedir ki, eğer riskler başlangıçta doğru dürüst tahsis edilmezse (paydaşlar arasında paylaştırılmazsa) , onları daha sonra yeniden tahsis etmek oldukça güç olmaktadır. Ne kadar riskin kabul edilebilir olduğu ve ne çeşit ve ne seviye telafi kullanılabileceği, sponsor ve yatırımcıya göre farklılık göstermektedir ve sadece riskten kaçınmaya değil, risk algılamalarıyla; riski yönetebilme, azaltabilme, sağlama alabilme ve değiştirebilme konularındaki fiili yeteneğe bağlı bulunmaktadır.

Örneğin, yükleniciler inşa gecikme risklerini sindirebilmek için genellikle en iyi şekilde donatılmışlardır. Bazı nükleer santral inşaat sözleşmeleri de; mühendislik, satın-alma/tedarik ve inşaat yüklenicilerinin (EPC) genelde tercih ettikleri tüm maliyetler+masrafların geri ödenmesi yerine sabit inşa planları ve sabit fiyatlar üzerine belirli teşvikler ile yaptırımlar içermektedir. Tüm gecikme ve maliyet risklerini sindiren başka tarafların bulunması durumunda, yükleniciler, inşa gecikmeleri ile maliyet aşımlarını minimize etmeye yönelik çok az teşvike sahip olacaklar, hatta hiç teşvike sahip olmayacaklardır.[12] Ancak, bazı EPC yüklenicileri; yeni nükleer santral inşası için geleneksel maliyet geri ödeme modeline göre daha da az risk alacaklarını, bu riskin yükleniciler, tedarikçiler, sermayedarlar ve hükümet arasında yeniden paylaştırılmasının da muhtemel olduğunu ileri sürmektedir. Onlara göre, yükleniciyi tüm tamamlama risklerini alması için zorlamak, tesis maliyetini kayda değer bir biçimde arttırırken, toplu ödeme yerine maliyet geri ödeme modelinin kullanılması riski tesis sahiplerine doğru kaydırarak, fiyatları aşağıya doğru çekmektedir. Ancak bu, yükleniciler için olan maliyet risklerinin elektrik şirketleri için olandan daha yüksek olduğunu varsaymaktadır. Bu tamamen mantıksız olmayabilir. Tesislerin başarılı bir şeklide tamamlanması, elektrik şirketleri için 60 yıl ömre sahip varlıkların karlı bir şekilde sahipliği ile sonuçlanmaktadır; dolayısıyla elektrik şirketlerinin kilit risklerin üzerlerine almaları da uygun olacaktır. Aksine; borç vericiler, satıcılar ve EPC yüklenicileri proje sonuçlandığında hiçbir varlık olmayacaklardır; onlar tesis inşasını karlılık için tek atışlık bir sözleşme fırsatı olarak görürler, daha sonra bu tesisle kayıplarını telafi edecek bir fırsat ellerine geçmeyecektir.

Projenin ilk kez önerilmesinden şebeke bağlantısına kadar, sözleşmeler çok dikkatli bir şekilde yapılsa bile, proje yönetimi, maliyet aşımlarını ve gecikmeleri azaltmak için anahtar öneme sahip olacaktır. Sonuçta; koşulları hafifletmeye ve etkilerini azaltılmasına imkân verilse bile, tesisin akdedildiği üzere zamanında ve bütçe dâhilinde teslim edilmesi proje yöneticisinin sorumluluğundadır. Proje yapısında risklerin etkin bir şekilde paylaştırılması, projede yer alan çeşitli tarafların verimli performans göstermesi için güçlü bir teşvik sağlayabilir ve proje yönetim işini de kolaylaştırabilir. Fakat riski aktarmak onu ortadan kaybetmeyecektir. Nihai olarak, proje sahipleri proje tamamlanma riskini taşıyacaktır.

Talep ve piyasa riskine açıkça (bazen de zımnen) proje sponsorları maruz kalmaktadır. Söz konusu risklerin kontrolü her zaman kolay değildir, özellikle de ekonomide büyük bir yavaşlama olduğunda ve projelenen kapasitede yapılan yatırımların gereksiz ya da daha az karlı hale dönüşmeye ihtiyaç gösterdiği dönemlerde bu daha da söz konusudur. Bu durum, söz konusu gelirlerin elde edilebilmesi için; dikkatli piyasa analizine, fiyatlamaya, işlemsel esnekliğe ve bir proje için en ihtiyatlı talep ve gelir tahminleri yapmaya ve ayrıca politika değişimleri yapılabilmesi için gerekli en ihtiyatlı gereksinimlere olan ihtiyacın altını çizmektedir.

Kur riski ise özellikle; nükleer teknoloji, reaktörler ya da yabancı uzmanlar ihraç eden ülkelerde, nükleer santral inşasında dikkate alınması gereken önemli hususlardan biridir. Kur riskine karşı korunma (currency hedging), kur dalgalanmalarına karşı korunmada kullanılan standart uygulamalardan birisidir. Mal ve hizmet ithal eden sorumlu proje yöneticilerinin, bu tür ihraçlar için büyük fiyat değişimlerinin sonuçlarına karşı korunması beklenir. Ayrıca proje yöneticileri çoğunlukla; işçilik, tedarik/satın-alma, altyapı inşası ve diğer yerel katkıları yerel bankalar aracılığıyla yaparak ve bu sözleşmeleri uygun bir şekilde yerel para birimleri kapsayacak şekilde oluşturarak, kur riskini azaltmaya çalışırlar.

 

6. SON GÖZLEMLER

Geleneksel hükümet ve ticari finansman paketleri, bugüne kadar inşa edilen birçok nükleer santrali başarılı bir şekilde finanse etmiştir. Nükleer santral inşasında bir yükseliş olması durumunda, ticari finansmana olan artan bu bağlılık yaklaşımı yeterli olacak mıdır?

Sonuç olarak, herhangi bir yatırımcı ya da borç veren kuruluş için nükleer santral projesinde yer alma kararı risk-ödül oranına dayandırılmaktadır. Borç ve sermaye finansmanı birkaç yöntemle güvence altına alınabilir. Verimli risk paylaşımı ve borcun geri ödemesi ile sermayenin geri ödenmesi ve karlılığına yönelik uygun güvenceler herhangi bir finansman planının tamamlayıcı parçaları olmalıdır. İyi bir proje yönetimi ve sözleşmelerin dikkatli bir şekilde yapılması; ticari risk paylaşımında anahtar öneme sahip hususlardır; ideal olarak da belirli bir riskin onu en iyi şekilde yönetebilecek ve kontrol edebilecek taraflara tahsis edilmesi gerekmektedir. Tecrübeler göstermektedir ki; eğer riskler başlangıçta doğru dürüst paylaştırılmazlarsa, onları daha sonra uygun taraflara paylaştırmaya çalışmak oldukça güç olmaktadır.

Ayrıca hükümetler de; nükleer enerjiye sahip olma konusunda politik bir karar verebilirler. Örneğin, geniş enerji arz güvenliği amaçlarının bir parçası olarak, çevrenin korunması için, teknolojinin yan ürünlerin faydalanmak için, ya da ulusal sosyoekonomik amaçların ve arzuların bir parçası olarak nükleer enerjiden faydalanmak isteyebilirler. Bu tür hükümetler değerleri, başlangıçta herhangi bir şirketin görev/yetki alanı veya çıkarları sahasının dışında yer almaktadır. Fakat nihayet; bu tür amaçlara yönelik tasarlanmış ulusal mevzuat ve vergilendirme planlarına uyum maliyetleri bilânçolarda kendini göstermektedir.[13] Daha sonra şirketler, bu tür maliyetlerden kaçınmak ya da bunları asgariye indirmek için yollar aramaya başlayacaktır. Nükleer enerjinin,  örneğin hava kirliliği ya da sera gazlarının emisyonun azaltılması, enerji güvenliği ve çeşitliliği ve yakıt maliyeti değişkenliği gibi konularda, bu bakımdan sunacağı çok şey bulunmaktadır. Gelecekte, uluslararası sera gazlarının azaltılması planı, ki bu özellikle de yurtdışında çevresel bakımdan iyi yatırımlar için emisyon kredileri içeren planlardan oluşmaktadır, nükleer enerjinin bu açıdan potansiyelini fark edebilir ve böylece yatırımcılara ve borç vericilere yönelik nükleer enerjinin çekiciliğini arttırabilir.[14] Fakat burada bile ekonomik hayatta kalabilirliğin önem taşıması kaçınılmazdır; hiç kimse ne bir finansal kara deliğe yatırım yapmak ister, ne de açıkça karlı ve en maliyet etkin çözüm olmadıkça çevresel sebeplerle nükleer santral inşa etmek ister.


Bu dokümanı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı UAEA-NG-T-4.2-1345 nolu dokümanından Türkçeye Tercüme Eden: Nur Gözde BİRİCİK